KKTC Meclisi ve yönetimi, en nihayet askerlik konusunun ne kadar ciddi bir konu olduğunu anladı… Son günlerde KKTC’de “zorunlu askerliğin tamamen kaldırılması ve mesleğin profesyonelleşmesi” gündeme gelse de; şu anda Meclis’e gelmiş olan değişiklik yasa tasarısı, Londra’da yaşam süren vatandaşlarımızıyakından ilgilendiriyor.

   Meclis’teki ilgili komiteye, tüm görüşleri, tüm mağdurların hala bildirme şansı var. en azından bu yazının yayınlanacağı Ocak ayının ilk günlerinde, komiteye ulaşıp, mağdur olanların özel durumlarını aktarması ve en azından bazı noktaların kendi lehlerine değiştirilmesi “belki” başarılabilir.

   Elbette herkesi, tüm hatlarıyla tatmin edecek bir değişiklik olmayabilir. Ancak, KKTC’deki yönetenler, ciddi bir bir rahatlama getirmesini bekliyor… 49 yaş ve üzerindekilerin tamamen askerlikten muaf tutulması; belki de tek başına çok önemli bir rahatlamadır…

   Ancak, KKTC’deki yönetenlerin, Londra’daki vatandaşlarımızla ilgili yapması gerekenler sadece askerlikle sınırlı kalmamalı.

   Var olan “dışlanmışlığı” ortadan kaldırıcı; ciddi kolaylık sağlayıcı hatta teşvik edici tedbirlerin alınması gerektiği de ayrı bir yazı konusu olsun…

   İsrail devleti tüm gücünü, yurt dışında yaşayan vatandaşlarından alıyor.

   Bu sadece lobicilik anlamındaki güç değildir. Çeşitli ekonomik kazanımlarla da ilgilidir…

   Benzer uygulamalarla, yıllardır fiyasko haline dönen lobicilikte olduğu gibi, ekonomik yatırımlarda da kazanımlarda ciddi ilerlemeler sağlanmaması için bir neden yoktur.

*****************************************

Çözüm çok zor!

 

   Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmaların resmi anlamda başladığı yani karşılıklı kurşunların sıkıldığı tarih, 21 Aralık 1963’tür…

   İlk kurşunu kim ya da kimlerin sıktığını o günleri yaşayanlar bile net bir şekilde bilmiyor. Propaganda ne yazık ki gerçekleri yutmuş durumdadır…

   Örneğin, Türk kaynaklarına göre, Rumlar, yol kesip iki Türk vatandaşı öldürdü...

   Rumlar öyle anlatmıyor…

   Türklerin kim ya da kimler olduğu da öyle çok allandıra, pullandıra, ballandıra ballandıra anlatılmıyor.

   Kimdir bu iki öldürülen Türk kişi? Nereden, nereye gidiyorlardı! Durup dururken Rum Polisler onları neden vurdu?

   Aradan 50 kadar yıl geçti… Birilerinin suçlu, diğerlerinin masum bulunması maksadıyla yazmıyorum. Sadece, iki toplum arasında yaraılan güvensizliğin çok büyük olduğunu aktarmak istiyorum.

   1960’ta bir “federal” devlet kurulmuştu... Her ne kadar üniter görüntüsü olsa da aslında bir federasyondu... Ama bu devleti kuranlar veya kurmaya zorlananlar, aşırı milliyetçiydi; yeraltında örgütleri ve ciddi silahları vardı. Kavgaya hazırdılar. İstedikleri, bekledikleri sadece bir kıvılcımdı.

   İşte 21 Aralık akşamı o kıvılcım çaktı. TM de EOKA da yer altındaydı. Hazırdı… Silahlıydı. Ve iyi silahlıydı. Üstelik kabul etmek gerekir ki Türk örgütlenmesi TMT çok disiplinliydi.

   Bize anlatılanlara 21 Aralık akşamı göre Rum Polisi iki “masum” Türkü vurdu ve öldürdü.

   Tanıdık bir Rum’a sordum geçen ay… Rum’a göre, ilk kurşunu sıkan, polisin durdurduğu arabadaki bir genç Türk’tü... Bu kurşun Rum polisi yaraladı. Rum Polis de onu vurdu ve öldürdü. Bazı Rumların kaleme aldığı kitaplarda da (İngilizceye çevrilenlerde) aynı şekilde yazıyor.

   Kadın da aynı yerde vuruldu ve öldürüldü. Vurulan Kıbrıslı Türk kimdi? Kadın neydi, nereliydi? Nereden, nereye gidiyorlardı? Ben şahsen, aşırı ilgilenen olmama rağmen “bu konuyu” net bir şekilde öğrenemedim... Pek öğretmedikleri açık… Mesela iki kişinin isimlerini ne bir okula verdiler, ne de bir sokağa! Verdilerse bile bilemedik! Şehit Tuncer, Şehit Ruso, Şehit Ertuğrul gibi olmadı yani… Oysa çok daha önemli değiller miydi? Neden acaba bu iki insanın ismini ölümsüz isimler arasına almadık? Ben cidden merak ediyorum?

   O günlerde yeraltı silah doluydu. Enosis ve Taksim hayalleri cap canlıydı. Bizzat hükümette yer alanlar, EOKA’cı ve TMT’ciydi; Enosis ve Taksim yanlısıydı... Kısacası, Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılmak için kurulmuştu.

   Şimdi, yarım asır sonra, yeni bir “ortaklık” için müzakereler sürüyor...

   Elbette o döneme göre ciddi toplumsal değişiklikler vardır... Ama, iki toplumu yönetenler ne yazık ki “karşılıklı kabul edilebilir” bir anlaşmadan yana değildir... Kafalarında kendi “anlaşmaları” vardır.

   Biri üniter devlet, öteki iki ayrı devlet arzusundadır... Ve bu arada bilinmelidir ki; Federal çözüm; her iki toplumun “ikinci tercihi”dir...

   Müzakereler, ikinci tercih üzerinde yapılıyor. Bu gayet normal.

   Ama her iki taraf, birinci tercihe daha çok ağırlık kazandırmak için çabalıyor ve ikinci tercih hep tu kaka ilan edilebiliyor…

   Rumlar, üniter devlet hırsından, Türkler ayrı devlet arzusundan ödün vermemek için müzakere ederken; üstelik arada “mülkiyet – toprak – güvenlik – Türkiyeli göçmenler – Türkiye’nin Ada’daki varlığı” gibi ağır konularda ciddi sıkıntılar da varken, hala umutlu olmak, hala çözüm beklemek bence fantazidir...

   Peki çözüm hiç mi mümkün değil?

   Çözüm elbette mümkündür... Ama mümkün olan çözüm, mevcut mentaliteler için “çoğ ağır yenilgi” anlamı taşıyacaktır. Bu ağır yenilgiyi taraflara kabul ettirmenin bedeli olmalıdır...

   Ama para, ama baskı – silah zoru, ama başka bir rüşvet... Tıpkı 1959 - 1960’taki gibi… Yönetenlerin arzu etmediği bir şekilde… Bizim kendi aramızda çözümü yapamayacağımız ortada... Çözüm istediğini söyleyen AB, ABD, İngiltere bu konuda ciddiyse, planlarını görmemiz lazım...

   Ben umutlu değilim...

   Sizi bilemem...

 


****************************************

   2011’de serbest piyasacılık oyunu da çöktü

 

   Küresel ekonomik kriz; 2011’de tüm dünyada etkisini hissettirdi. Yunanistan battı. İtalya batacak gibi duruyor. İngiltere’de işler iyi değil; KKTC’de resmen iflas söz konusu…

   Bir çok devlet ve uluslararası şirket; bu krizle birlikte, “ekonomik durum kötü” mazaretiyle, karından kesmedi; maaş verdiğinden, emekçisinden kesti.

   Çalışanların maaşlarına “zam yapma” gibi bir zulden!!! kurtuldu… Bir çok ülkede, çalışanlar üzerinde kurulan baskıyla, asla zam talep etmemeleri beyinlerine zamk gibi yapıştırıldı. (Zenginlerin vergilerine dokunan olmadı her ne hales… Hele KKTC’de; inanamazsınız; zengine dokunan yok…)

   Komünizim bitmişti… Öyle deniyordu Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte… Ama asıl çöken, kapitalizmin serbest piyasa öğretisidir… Bu öğretinin sol versiyonu olarak yutturulan İngilizlerin “Yeni İşçi Partisi” modeli de tamamen iflas etmiştir…

   İçinde bulunduğumuz günlerde çok zor durumda olan, memurunu – devlet çalışanını  ödeyemeyen; ya da ödemekte çok zorlanan KKTC’de, çok etkili tedbirlerin alınması gerektiği gerçeğini kimse göz ardı edemez ve etmemeli…

   Ancak, Yunanistan’dan farkı olmayan KKTC‘de; tedbir alınırken, ezilen emekçi kesimin boğazına sarılmak yerine, her türlü öteki çarelerin de denenmesi kaçınılmaz olmalıdır. Evet, “rahata kaçıp, boşuna yüksek maaş alan, havadan ek mesai yazan” çok “memurumuz” vardır; bu bir yaradır. Ama yine de “çalışan” yanında, “zengin” de bir şekilde sorumluluklarını yerine getirmelidir. Adil davranılmalıdır.

      Sahi, komünizm çökmüştü; öyle demiştiniz… Peki kapitalizm- serbest piyasa ekonomisi ne oldu? O çökmedi mi diyorsunuz? Öyle bir çöktü ki; teorisyenleri ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyor…