Sanki her şey kötüye gidiyor gibi gelmeye başladı!

Acaba diyorum, benim yaşım mı ilerliyor, yoksa çevremdeki her şey kötüleşiyor mu?

Yoksa tamamen “koronavirüs” psikolojisi mi?

-*-*-

Eve kapanma sürecinde de çalışmaya devam ettim!

Sabah televizyon programını yaptım!

Hiç aksatmadan günlük yazılarımı da yazdım!

Hatta internet üzerinden ders bile hazırladım!

Ama o konuda çok geri kaldığımı kabul etmek zorundayım!

-*-*-

Lefke Avrupa Üniversitesi ve Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde üç farklı ders veriyorum...

Ders notlarını ilgili sitelere, hocaların da yardımıyla yüklemeyi başardım ama bir türlü mesela videolar çekip yükleyemedim!

Sonra öğrendim ki internetim çok zayıf!

Sonra internetim hiç çalışmadı!

Falan!

-*-*-

Amaaaaan, yazacak konu kalmadı herhalde Serhat?

Yok canım, konu çok!

Geçenlerde “koronavirüs testimizi” de hayırlısıyla yaptık!

Gazeteciler Birliği’nin bahçesinde, önlerinde saygıyla eğildiğim sevgili hemşirelerimiz kaydımızı yaptı, kanımızı aldı!

Ayıptır söylemesi “iğneye bakamam”, korkarım!

İğne koluma girerken bakarsam, bayılma riskim var!

Bayılırsam ne yapacağız?

En az beş sağlam insanoğlunun beni kaldırması gerekecek!

E temas etmiş olacağız!

Düş bayıl, vinç bulamasınlar durumları yani!

Neyse ki hemşire hiç sezdirmedi bile, bir kaç saniyede damarı buldu, batırdı, çekti!

-*-*-

Bir kez daha, ön cephedeki hemşireleri, tüm sağlık görevlilerini ve doktorları yere eğilerek selamlıyorum...

-*-*-

Ve en çok özlediğim...

Yeşilırmak...

Gerçekten babamın yüzde yüz ve benim yüzde elli köyüm olan Limnidi’yi, pardon Yeşilırmak’ı çok ayrı severim.

Korona krizine kadar da haftanın en az iki gününü oralarda geçiririm...

-*-*-

Çocukluğumda da öyleydi...

Haftanın en az iki günü...

Annem – babam Gaziveren’de öğretmendi!

Cuma öğleden sonra köyün otobüsünü beklerdim.

Halit dayı (Allah rahmet eylesin) geçerken beni alır, dedemin evin önünde de indirirdi...

Özellikle yaz ayları; ki benim için 23 Nisan töreni biter bitmez başlayan bir mevsimdi “yaz”; hep o köyle anılarımı içerir...

-*-*-

Çocukluğumun köydeki en önemli “plaj işletmesi”, bugün “Asmalı Plaj” da denilen yerdi...

1974 öncesini de sonrasını da hatırlarım...

Hatta anılarım arasında, “... Artık Fehim dayı yok” sözü de bir şekilde kalmıştır.

Efendim, Guinnesss Book of Records’a, “Dünya’nın en yaşlı asma ağacı” olarak girmeye aday gösterilen ve adını da bu plaja veren asmayı diken kişiydi Fehim dayı...

Plajın da sahibi ve işletmecisi...

Fehim dayı, 1974 yılında ilk şehitlerimizdendir...

-*-*-

Amcam – öğretmenim ve bu ülkenin bana göre gerçek ve en büyük kahramanlarından biri olan Fadıl İncirli, 1974 Harekatı günlerinde Yeşilırmak’taydı...

Biz Gaziveren’de kısılmıştık...

Amcam, Türk askerleri Gemikonağı’na kadar geldiği zaman, o da yanında Melik Kusella ile birlikte Gaziveren’e gelip, beni, annemi ve ablamı alarak Yeşilırmak’a götürmüştü.

Babam Limasol’da esirdi ama biz nerede olduğunu bilmiyorduk.

Ve “Fehim dayı artık yok” lafını amcamdan işitmiştim...

Fehim dayı, amcamın dayısının oğlu olan Melik abinin teyzesinin kocası, yani eniştesiydi.

-*-*-

Köy hep akraba zaten. Kafanız karışmasın...

Neyse...

Melik abinin teyzesi de haliyle Şefika ablaydı...

Kimisinin Şefikabası, kimisinin Şefika teyzesi...

-*-*-

Üç oğlu ve bir kızı Londra’daydı... Oğullarından biri yıllar önce vefat etti...

Çocukları bazen tatillerde gelip annelerine yardım ederlerdi...

Şefikabanın, Asmalı Plaj’ı üçe bölüp çocuklarına verdiğini biliyorum...

-*-*-

Asmalı Plaj’da, henüz Türk köylerinde elektrik haliyle de buzluk yokken, içecekler hep soğuktu; çünkü bir de her şeyi soğuk tutan yer altı mağarası vardı...

-*-*-

Şefikaba orayı yıllarca çalıştırdı...

Sonra az önce bahsettiğim Melik abi kiraladı...

-*-*-

Melik abi de şu anda Asmalı Plajı’nın tam karşısındaki “Efgaliptolu plajın” sahibidir... Mülk O’nundur... Ama geçen yaza kadar Elyeli sınıf arkadaşım Musa kiralayıp çalıştırıyordu...

Bu yaz kim – nasıl çalıştıracak bilemiyorum!

Umarım en kısa sürede “tam açılırız” ve oraları en azından hafta sonları canlandırırız!

-*-*-

Şefikaba, kocası şehit olduktan sonra tek başına çalıştırdı iş yerini...

Tavuklarına baktı, ağaçları suladı...

Station wagon bir araba satın aldı...

Kullanmayı öğrendi mi öğrenemedi mi bilemem ama vura vura kullandı...

Hep çalıştı...

-*-*-

Yeğeni ve benim yeğenim Melik abiye orayı kiraladığında, hayatımızda ilk kez “Atari” gördük...

Hayatımda ilk “video”yu yine o plajda izledim...

Jaws dizisinin ilkini izledim mesela...

Ve en az bir ay denize girmedim!

Maskeyle her gördüğüm beş santimlik murmurolar bile bana Jaws’mış gibi gelirdi.

-*-*-

Zombiler filmini de ilk kez orada gördüm...

10 veya 11 yaşlarımdaydım belki 12...

Ve geceydi...

Asmalı Plaj’dan neneme – dedeme gideceğim...

Tek başıma...

Yürüyerek!

5 kilometre kadar bir mesafe!

Üstüme mıçıp mıçmadığımı veya işeyip işemediğimi anlatmayacağım!

Sır olarak kalsın!

Ama, bu anlattığım günlerden üç yıl veya dört yıl kadar önce, korkudan evet üzerimize işeyen insanlardık biz...

1974 savaşında, Rumlar bizi esir alıp da yol kenarına sıraladığında, her çömelen, çömeldiği yere şarıl şarıl işiyordu!

-*-*-

Neden mi anlatıyorum bunları?

Dün Şefikaba’mızın öldüğünü işittim...

Londra’daymış...

Her düğünde “çalgıcılar” drınnn dediği anda oyun pistinde ilk o vardı...

Hayat dolu, çok çalışkan, dobracı, tipik bir Limnidi kadınıydı...

-*-*-

Çok zor günlerden geçtik toplum olarak...

Çok kötü günler yaşadık...

Bizden bir büyük nesil, 1958’le 1974 arasında hep savaştı veya hep siperdeydi.

Hep korkuyla yaşadı.

Onlar ve onlardan bir büyük nesil, İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk günlerini de yaşadı.

İki dedem, bir eniştem o büyük savaşa da katıldı...

Çektiklerini, yaşadıklarını anlatırlardı...

-*-*-

Şefikabaya çok üzüldüm...

Sanırım 85 yaşın az üzerindeydi...

-*-*-

Allah rahmet eylesin...

Londra’da toprağa verilecek tabii ki...

Keşke Limnidi’ye gömülebilseydi...

En çok hak edenlerdendi...

-*-*-

Yazıyı bitirmek istiyorum; şunu ekleyeyim...

Biliyor musunuz?

Biz o günlerde tüm zorluklara, tüm yokluklara rağmen çok mutluyduk.

Birbirimizi çok seviyorduk.

-*-*-

Şimdi mi?

Bizi koronavirüs delirtmedi ki!

Bizi koronavirüs bozmadı ki!

Bizi “kurtarılmak”, “sürekli olarak kurtarıldığımızın yüzümüze vurulması” ve akabinde de bununla birlikte “ganimet” bozdu!

Evet ganimet!

Hep ganimete alıştırıldık; çalışmadan para kazanmayı öğrettiler; “siz oturun, biz bakarız” dediler!

Bizim de işimize geldi!

-*-*-

Şimdi mi?

Şimdi, Şefikaba gibi çalışkan insanlar olmazsak, birbirimizle şu andaki gibi uğraşmaya devam edersek, ülkenin başbakanına bile sırf koltuk veya anlamsız kukla mevkiler için telefon üzerinden ahlaksız ve kötü niyetli komplolar kurmaya kalkarsak; koronavirüs değil ama çok kalın bir gorona kesin girecek hepimize!

-*-*-

Fehim dayıyı da yanına giden Şefikabayı da saygı ve rahmetle selamlıyorum...

Tüm çalışkan, üretken, oturmak nedir bilmeyen ve çok güzel içen Limnidi ahalisine de ülkeye örnek olması dileğiyle sevgilerimi iletiyorum...

(Bu yazı, KKTC’de Haberci ve Gündem Kıbrıs internet gazetelerinde de yayınlanmıştır)...