İşte görev teklifini neden kabul ettiği ve Toparlanıyoruz Hareketi‘ndeki görevine devam edeceğini kamuoyu ile paylaştığı o açıklamanın tam metni:

 

"İki yıl önce özel temsilcilik görevimden neden ayrıldığımı sizlerle buradan tüm samimiyetimle paylaşmıştım. Bir kere o günlerde müzakereler artık hiç bir yere gitmiyordu ve Rum tarafı seçim atmosferinde süreçten kopmuştu, öyle bir sürecin, yani Kıbrıslı Türklerle adeta alay edilen bir sürecin parçası olmak istemedim. İkincisi ve benim için en az birincisi kadar önemli olan şey ise bu memleketin çökmek üzere olan kurumlarının ve siyaset anlayışının ortak akıl temelinde toparlanması hedefiyle yola çıkan Toparlanıyoruz Hareketi‘ne dönük yaklaşımdı. O dönemde yürüttüğüm görev ile Toparlanıyoruz Hareketi arasında bir tercih yapmak zorunda bırakıldım. İstifa ettim ve Toparlanıyoruz Hareketi’ni tercih ettim. Bu hareketin ortaya koyduğu ve gönüllüler olarak hep birlikte oluşturduğumuz amaçlarımızdan hareketle ülkenin ortak yararı için canla başla çalışmaya başladık, hala çalışıyoruz. Sabahlara değin uyumadığımızı, benzin parasına değin her şeyi herkesin kendi cebinden verdiğini, ailesini göz ardı edip bu harekete baş koyan gönüllülerin emeğini çok iyi bilirim. Mevcut siyaset anlayışı ve onun neden olduğu statükodan memnun olmayan HERKES bu hareketten rahatsız oldu, ama iki yıl boyunca tarafsızlığını koruyabilen ve geniş toplum kesimlerinden destek gören bir yurttaş inisiyatifine dönüştü. Toparlanıyoruz Hareketi’nin üç ana amacından birisi “kendi irademize dayalı bir gelecek” olarak ortaya konulmuştu. Biz, kimse tarafından yönetilmek istemiyoruz ve bunun yolu da kendi kendimize çeki düzen vermemizden geçer dedik, başkalarını suçlamak, suçu başkasında aramak kolay olandır dedik, hepimiz sorumluyuz dedik, demeye devam ediyoruz, devam da edeceğiz.

Peki şimdi?
Bir kere ciddi bir müzakere sürecinin gelmekte olduğuna ilişkin çok sayıda belirti var, tüm uluslararası aktörler devrede. Bu demek değildir ki bu sorunu yabancılar çözecek. En nihayetinde hem anlaşmak hem de bu anlaşmayı ve yeni ortaklığı yaşatmak durumunda olan sadece değilse de esasen Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlardır. Bu belirsizliğin, bir biçimde anlaşmama halinin aslında orta ve uzun vadede bu adanın iki kurucu unsuru olan her iki toplumun da kaybedeceği anlamına geldiğini hepimiz görmeliyiz. Son haftalarda sürekli olarak bir konudan şikayetçi olduğumuzu, Toparlanıyoruz Hareketi olarak sesimizi çıkardığımızı çok iyi hatırlayacaksınız. Müzakere sürecinde devre dışı kaldığımızı, Türkiye’nin Rum tarafına aracılar kanalıyla öneri verdiğini öğrendiğimizi söyledik ve bunun kabul edilemez olduğuna dikkat çektik. “Ne Türkiye’nin biz Kıbrıslı Türklerin iradesini görmezden gelmeye hakkı var, ne de Cumhurbaşkanının bu duruma sessiz kalmaya” dedik. Neden mi? Çünkü bu hareket, bu yola çıkarken “kendi irademize dayalı bir gelecek istiyoruz” demişti. O zaman neden bizim yerimize bir başkası müzakere etsindi ki? Üstelik bu, stratejik ve tarihsel olarak ortağımız olan, olması gereken Türkiye olsa bile ne fark ederdi ki? Görevimden ayrıldıktan sonra da, üniversitede ders vermek yanında, aslında fiilen hep diplomatik temaslarım oldu ve Kıbrıs Türk tarafına dolaylı da olsa destek vermeye, sürecin başlamasına elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Bu temaslarımı da şeffaf bir şekilde hem sizlerle hem kamuoyuyla sosyal medya üzerinden sürekli olarak paylaştım.

Peki Toparlanıyoruz Hareketi?
Toparlanıyoruz Hareketi de, ben de aynı yerde duruyoruz. Hareket de, bu hareketteki görevim de aynen devam ediyor, hareketin gönüllüleri istedikleri sürece bana düşen tüm görevleri yerine getirmeyi sürdüreceğim. Neden mi? Çünkü artık, bu ülkenin geleceği için elimi bu kez müzakere masasında taşın altına koyacaksam tercih yapmak değil, kendi şartlarımı masaya koymak durumundaydım. Yani aslında bu yeni dönemde ben ilk müzakeremi halihazırda yaptım. Bir gönüllüsü ve bazılarını rahatsız da etse lideri olmaktan GURUR DUYDUĞUM bu hareket bu yola AYNEN DEVAM edecek. Hareketin, bu ülkenin Cumhurbaşkanı da dahil, herkesin yanlışını eleştirmesi, hukukun üstünlüğünü savunan duruşu da aynen devam edecek. Şüphesi olanlar lütfen takibini yapsın, aksini görürse eleştirisini ortaya koysun. “Kendi irademize dayalı bir gelecek” ilkesini amaçları arasına koyan Toparlanıyoruz Hareketi’nin, Kıbrıslı Türklerin devre dışı bırakılmasına sessiz kalmadığı gibi, sürecin daha güçlü bir müzakere heyeti ile yola devam edip daha aktif bir hal almasına da sıcak bakacağına inanıyorum.

İki yıl önce özel temsilcilik görevimden ayrıldıktan sonra sadece diplomatlarla değil, aynı zamanda köy kahvelerinde, spor kulüplerinde, diğer sivil toplum örgütleriyle olan ilişkilerimizde bu memleketin farklı kesimlerinden çok sayıda insanla müzakere etmeyi sürdürdüm. Bugün geldiğimiz noktada birlikte hareket ederek artık kendi geleceğimizi, geçmişten ziyade geleceğe bakarak BİRLİKTE belirlemeye çalışmalıyız diye düşünüyorum. Kıbrıs Türk Halkının ve daha genel anlamda Kıbrıs adasının 20, 30, 50 yıl sonrasını tasarlayacağımız, bunları düşüneceğimiz bir toplumsal vizyona ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

Müzakereci olma teklifini kabul etmem nedeniyle hem tebrik edip başarı dileyenlere, hem yardımcı olma sözü verenlere hem de eleştirenlere içtenlikle teşekkür ederim. Bir de özgüven eksikliği nedeniyle huzuru kaçıp beni illa birinin/birilerinin “adamı”, “oğlu” olarak göstermek isteyenler var tabi. Ben sadece, daha 30 yaşındayken bu toplumun var olmaya devam edebilmesi için canını feda edebilen cesur bir adamın, Alaminyolu Hüseyin ustanın, ve eşinin gidişi ertesinde cesaretin alasını gösterip bizi bu günlere getiren terzi Sadiye hanımın OĞLU olduğumu yazmakla yetineyim…“