Dr. Fazıl Küçük’ün damadı Peker Turgud, Dr. Küçük’ün kendisini böyle tanımladığını söylüyor ve “3 kimliğini her zaman kullanırdı ama gazeteciliği daima ağır bastı. Gazetesini bir başka türlü severdi” diye ekliyor.

Dr. Fazıl Küçük’ün toplum lideri olarak mücadeleci kişiliği yanında en büyük özelliğinin Atatürk devrimlerine olan bağlılığı olduğunu vurgulayan Turgud, “Özellikle laiklik ilkesi konusunda en küçük bir tavizi yoktu. Din istismarcılığına karşı en büyük mücahitlerden birisiydi” vurgusu yapıyor.

Bütün baskılara rağmen gazetesini yaşatmasının mücadele tarihinin dönüm noktalarından biri olduğunu ifade eden Peker Turgud, Dr. Küçük’ün, “Ben tarafsız değilim, ben tarafım ama bağımsızım” sözlerine dikkat çekiyor.

20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın önceden Dr. Fazıl Küçük’e söylenmediğini belirten Turgud, “Çıkarmadan haberi olmadı. Benden öğrendi o gece… O olaya bayağı kırılmıştı” diye konuşuyor.

20 Temmuz’daki kırgınlığın 15 Kasım sürecinde telafi edildiği görüşünü ifade eden Peker Turgud, Dr. Küçük’ün KKTC’nin kuruluşunu çok olumlu ve mutlu karşıladığını, tek endişesinin elektrik konusu olduğunu söylüyor.

Kıbrıs Türk halkının mücadelesinde Dr. Fazıl Küçük’ün en kritik rolünün Kıbrıs davasının Türkiye’ye benimsetilmesi olduğunu kaydeden Turgud, “Kıbrıs meselesini Türkiye’nin bir milli davası haline getirmesi bana göre yapılabilecek en büyük hizmetti. Çünkü Türkiye’ye bunu kabul ettirmeden Kıbrıs’ta küçük bir cemaat olarak İngilizlere ve Rumlara karşı direnmek oldukça zordu” ifadelerini kullanıyor.

Dr. Fazıl Küçük’ün damadı, emekli büyükelçi Peker Turgud, ölümünün 38’inci yıl dönümünde, Kıbrıs Türk halkının Varoluş ve Özgürlük Mücadelesi Lideri Dr.Küçük’ü, Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) anlattı, anılarını paylaştı.

“TANIŞMAMIZ ESKİYE GİDER”

Dr. Fazıl Küçük ile tanışmasının aileye girişinden çok önceye dayandığını dile getiren Turgud, şöyle devam etti:

“Aileye girişim 1966 ama Doktor’la tanışıklığımız 50’li yılların sonuna gider, 1958 öğrenci olayları… O dönemde biz lisedeyiz. Malum bütün nümayişlerin önünde Lefkoşa Türk Lisesi var… 27-28 Ocak olayları… Dolayısıyla tanışmamız eskiye gider.”

“LAİKLİK İLKESİ KONUSUNDA EN KÜÇÜK BİR TAVİZİ YOKTU”

Dr. Fazıl Küçük’ün toplum lideri olarak mücadeleci kişiliği yanında en büyük özelliğinin Atatürk devrimlerine olan bağlılığı olduğunu vurgulayan Turgud, şu ifadeleri kullandı:

“Bu konuda hiçbir tavizi olmayan bir adamdı. Özellikle laiklik ilkesi konusunda en küçük bir tavizi yoktu. Din istismarcılığına karşı en büyük mücahitlerden birisiydi. Kıbrıs’ta Atatürk devrimlerinin hiçbir yasal zorlama olmadan Türkiye ile paralel olarak kabulünde, gerçi başlangıç safhasında Doktor yoktu ama ondan sonraki gelişmelerde özellikle Aile Kanunu’nun kabulünde, kadın hakları konusunda Doktor’un hizmetleri çok büyüktü… İngiliz’le olan en büyük mücadelelerinin başında gelen noktalardan birisiydi Türk aile mahkemelerinin kurulması… Türk Medeni Kanunu’na bağlı bir medeni hukukun bizde kabul edilerek, şeriat kurallarına göre yapılan evliliklerin sonlandırılması ve işin hukuki temellere dayanarak, kadın haklarının sağlanması konusunda büyük bir mücadelesi olmuştur. Evkaf ve okullar konusundaki mücadelesi biliniyor ama bunların yanında bana göre en önemli mücadelelerinden biri de buydu. Bu şekilde toplum liderliği süregelmiştir.”

“BÜTÜN BASKILARA RAĞMEN GAZETESİNİ YAŞATMASI MÜCADELE TARİHİNİN DÖNÜM NOKTALARINDAN BİRİDİR… SON GÜNE KADAR GAZETENİN BAŞINDAN AYRILMADI…”

İngilizlerin özellikle gazetesiyle ilgili bütün baskılarına rağmen direnerek, Halkın Sesi gazetesini yaşattığını vurgulayan Peker Turgud, şöyle devam etti:

“Bu büyük bir olaydır. Mücadele tarihinin dönüm noktalarından biridir bence… Çünkü toplumu aydınlatmak için başka bir araç yoktu o dönemde… Radyo yok hiçbir şey yok. Önceleri Remzi Okan’ın Söz gazetesi vardı. Doktor orada yazıyordu. Sonra 14 Mart 1942’den başlayarak Halkın Sesi’ni yayımlamaya başladı. Çok iyi bir ekibi, kadrosu vardı. Düşünün, gazetenin ikinci sayısından itibaren yazarları arasında Rauf Denktaş da vardı. Böyle seçkin bir ekiple gazeteyi hayatı boyunca yürüttü ve son günlerine kadar da gazetenin başından ayrılmadı hiçbir zaman.”

“’BEN TARAFSIZ DEĞİLİM, BEN TARAFIM AMA BAĞIMSIZIM’ DİYORDU”

Turgud, damadı olarak Dr. Fazıl Küçük ile baba-oğul ilişkisini ise şu sözlerle anlattı:

“Gayet medeni bir ilişkimiz vardı. Ve o ilişki sonuna kadar hiç bozulmadı. Devletle ilgili resmi konularda da çok iyi bir diyaloğumuz oldu. Zaman zaman Rauf Bey’le arasında olan inişli çıkışlı ilişkilerde arada rol oynadığım, köprü kurduğum oldu. Hazine Müsteşarlığı’nı bıraktıktan sonra 4 yıl kadar Halkın Sesi’nde görev yapmıştım Doktor’la beraber… Yayın yönetmeni olarak görev yapıyordum o zaman. Çok iyi ilişkilerimiz olmuştu. Ondan sonra benim Ankara’ya gidişim var büyükelçi olarak, ben Ankara’dayken Doktor’un vefat olayı oldu. Daha sonra tekrar gazetenin sorumluluğunu üstlendim. Bu kez genel yayın yönetmeni ve genel müdür olarak gazeteyi yönettim ve hep Doktor’un prensipleri üzerinde gitmeye çalıştım. Doktor’un başlıca prensibi şuydu; ‘Ben tarafsız değilim, ben tarafım ama bağımsızım’ diyordu. Yani tarafsızlık ve bağımsızlık kavramlarını birbirinden çok iyi ayırıyordu… Hem ailevi ilişki bakımından damat-kayınpeder olarak hem de kamu yönetimi, siyasi konularla ilgili aramızda hiçbir sorun yaşamadık.”

“20 TEMMUZ 1974 ÇIKARMASINDAN HABERİ OLMAMASINA ÇOK KIRILDI”

20 Temmuz 1974’te yapılan Barış Harekatı’nın önceden Dr. Fazıl Küçük’e söylenmediğini ifade eden Peker Turgud, “20 Temmuz’u önceden kendisine söylemediler, çıkarmadan haberi olmadı. Benden öğrendi o gece… O olaya bayağı kırılmıştı ama sonradan tatlıya bağlandı” dedi. Turgud, olayın nasıl geliştiğini ise şöyle anlattı:

“15 Temmuz 1974’te darbe oldu. Darbe olduğu zaman ben maliye müdürü sıfatıyla hazinenin başındaydım. Seferberlik ilan edildi, bütün personeli seferberliğe gönderdik. Ofiste sadece kadın personel ile 50 yaş üstü erkek personel kaldı. Onları ben en sonunda bırakarak, benim de seferi görev yerim olan Sancak Karargâhı’na gittim. Hayat devam ediyor, tabii hazinenin açık olması lazım… Bana ‘gündüzleri hazineyi açık tut, akşamları gelirsin karargâha’ talimatı verildi, ‘peki’ dedim. Sabahları hazineye gidiyorum, personelle yaz mesaisi öğleye kadar hazineyi açık tutuyoruz. Ondan sonra karargâha geçiyorum. 19 Temmuz’u 20’ye bağlayan gece akşam saatlerine kadar evde vakit geçirdim, sonra karargâha gittim. Karargâha gittiğim zaman kapıda dönemin Lefkoşa Sancaktarı merhum Sedat Semerci Paşa ile Karargâh Sağlık Bölümü Başkanı Dr. Necdet Ünel ile karşılaştım. Hazineyi gündüz açtığım için sivil dolaşıyordum. Sedat Paşa bana; ‘Sivil dolaşmana gerek yok artık silahını al, üniformanı da giy gel’ dedi. Çıkarma olayı kesinleşmişti, akşam saat 20.00 civarlarıydı… Eve geldim, burası da bomboş o zaman, etrafta hiç bina yok buralarda. Kızım 3 buçuk yaşında, dedim ki eşimi güvenli bir yere götüreyim çocukla beraber… En güzel yer Halkın Sesi matbaası, bodrum var orada. ‘Toparlanın sizi oraya götüreceğim, ben bu gece eve gelmeyeceğim’ dedim ama ne olduğunu söylemedim. Oraya gittiğimizde rahmetli Doktor her zaman olduğu gibi matbaada kapının önünde oturuyordu, beni üniformalı ve silahlı görünce fırladı yerinden; ‘Ne oluyor’ dedi, ‘Konuşuruz’ dedim. Çocuklar indi, odasına geçtik, kendisine anlattım olayı ve çıkarmanın başlayacağını bu şekilde benden öğrendi. Kendisine resmen bir bilgi verilmemişti, o bir kırıklık, burukluk yarattı uzun süre Doktor’da ama bu zamanla giderildi. Özellikle 15 Kasım’da Cumhuriyet ilan edilirken Doktor da Rauf Bey’le beraberdi, önceden kendisine bilgi verilmişti. Bu şekilde 20 Temmuz’daki kırıklık telafi edildi diye düşünüyorum.”

“BİZİM RAUF BİR ŞEYLER SÖYLÜYOR…”

15 Kasım sürecine gelinirken Ankara’da olsa da gelişmelerden haberdar olduğunu belirten Peker Turgud, Dr. Fazıl Küçük ile telefon görüşmesini şu sözlerle dile getirdi:

“15 Kasım’dan birkaç gün önce eşimle beraber yemek yiyoruz baş temsilcilik konutunda… Telefon çaldı, eşim telefonu aldı bana dedi ki; ‘Babam seninle görüşmek istiyor’. Telefonu aldım, Doktor, Rauf Bey’den bahsederken, ‘Bizim Rauf’ diye bahsederdi. ‘Bizim Rauf bir şeyler söylüyor, ağzında bir şeyler var. Oradakilerin haberi var mı bundan’ diye sordu. O zaman telefonlar dinleniyor, rahat konuşamıyorsunuz, üstü kapalı… Mesajı aldım ben, ‘Evet, endişe etmeyin, her şey yolunda burası biliyor’ dedim… O zaman bizim elektrik santralimiz yok güneyden geliyor elektrik. Doktor; ‘Bu elektrik meselesi ne olacak’ diye sordu ve ‘Ona da bir çözüm bulacaklar herhâlde’ dedi. Dolayısıyla biliyorum ki önceden kendisine bilgi verildi. 15 Temmuz 1974’teki telaşla o atlama, haber verememe durumunun yarattığı kırgınlık da bu şekilde ortadan kalkmış oldu diye düşünüyorum.”

“KKTC’NİN KURULUŞUNU ÇOK OLUMLU VE MUTLU KARŞILADI”

Dr. Fazıl Küçük’ün KKTC’nin kuruluşunu çok olumlu ve mutlu karşıladığını belirten Peker Turgud, “Ben KKTC’nin kuruluşundan sonra Doktor’la konuşma fırsatı bulamadım. KKTC’nin ilanı 15 Kasım… Kısa bir süre sonra Doktor tedavi için İngiltere’ye gitti ve görüşemedik ondan sonra… Ancak cenazesine gelebildim” diye konuştu.

“ANKARA’DA TARİHİ BİR DÖNEMİ YAŞADIM”

Ağustos 1982’de Ankara’da baş temsilci olarak göreve başladığını, Cumhuriyetin ilanından sonra KKTC’nin ilk Ankara Büyükelçisi olarak görev yaptığını belirten Peker Turgud, Cumhuriyetin ilanından önce Ankara’da bazı diplomatik temasları yürüttüğünü söyledi. Turgud, “Kritik bir dönemi, tarihi bir dönemi yaşamış oldum Ankara’da” ifadelerini kullandı.

DENKTAŞ’IN KIBRIS’A ÇIKMASI VE TUTUKLANMASI OLAYI…

Rauf Raif Denktaş’ın 1967 Kasım’ında Kıbrıs’a çıkması ve tutuklanması olayına da değinen Peker Turgud, “Kimsenin haberi yok, Türkiye bilmiyor, Rumlar söylemese kimse duymayacak” diyerek, şunları kaydetti:

“O gece şimdiki Cumhurbaşkanlığı Konutu olan Cumhurbaşkanı Muavinliği Konutu’nda rahmetli Doktor’la ailevi bir yemek yiyoruz, sadece eşlerimiz var, başka kimse yok. Yan odada televizyon açık, o zaman tek kanal Rum kanalı… Doktor’un Rumcası da pekiyi değildi. Rumca haberleri keserek, Rauf Bey’in yakalanması ile ilgili bilgiyi vermeye başladı Rum televizyonu. Ben hemen durumu Doktor’a anlattım, bir panik başladı. Toplumda haber duyulunca önde gelen kişiler (siyasiler, hukukçular) koşa koşa resmi konuta geldi, ‘ne yapacağız’ diye… Neticede Doktor’un da onayı ile avukat olarak Ali Dana Bey’in, Rum tarafına geçip Rauf Bey’le görüşmesi kararlaştırıldı. Bu, Doktor’un yanında yaşadığım önemli olaylardan bir tanesiydi.”

“1973’TE ADAY OLMAYACAĞINI AÇIKLADI… GAYET RAHAT, SAKİN VE NEŞELİYDİ”

1973’te Cumhurbaşkanı Muavinliği seçimi olduğunu hatırlatan Peker Turgud, Dr. Küçük’ün aday olmayacağını açıkladığı o geceyi şu sözlerle anlattı:

“Aday olmayacağını açıkladığı gece beraberdik. Hiçbir şey söylemedi, bahsetmedi ama gayet rahat, sakin ve neşeliydi. ‘Gazeteye gidiyorum ben’ dedi… Gitti, biraz sonra döndü yine bir şey söylemedi. Ertesi gün gazetede açıklaması çıktı, aday olmayacağını açıklamıştı ve Rauf Bey aday olmuştu. Çok rahat bir şekilde görev devri oldu. Son derece rahat ve huzurluydu. ‘Yorgunum artık’ diye söylüyordu. Ondan sonraki dönemde Rauf Bey’le aralarında zaman zaman çatışmalar oldu, o çatışmalar esnasında bazen arada ben karşılıklı mesajlar iletmek durumunda kaldım. Her şeye rağmen, bütün çatışmalara rağmen birbirlerine saygılıydılar.”

KÜÇÜK VE DENKTAŞ İLE OLAN ANISI…

Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Raif Denktaş arasındaki karşılıklı saygıyı bir anıyla aktaran Peker Turgud, şunları dile getirdi:

“Bir gün Halkın Sesi’nde bir yazarın yazısı çıktı. Doktor yazıyı okumamıştı. Ben de o gün tesadüfen Rauf Bey ile birlikteydim. Rauf Bey bana; ‘Doktor’a selam söyle, bugünkü yazı davalıktır. Dava edersem bir sürü tazminat ödeyecek’ dedi… Öğleden sonra matbaaya gittim, Doktor’a anlattım. Doktor; ‘Hemen yazıyı getirin bana’ diyerek, yazıyı okuttu ve ‘Vallahi Rauf haklı, ben yarın düzeltirim bunu’ dedi. Ertesi gün Halkın Sesi’nde çıkan bir açıklama ile iş tatlıya bağlandı.”

“TMT, DOKTORLA RESMİ OLMAYAN YOLDAN TEMASI HİÇBİR ZAMAN KOPARMADI”

1973 sonrasında özellikle çatışma döneminde Doktor’un TMT ile olan ilişkilerinin önemli olduğunu ifade eden Turgud, zaman zaman direkt temas etseler de TMT’nin, Doktor’la resmi olmayan yoldan teması hiçbir zaman koparmadığını söyledi. Turgud, Dr. Fazıl Küçük ile TMT arasındaki diyaloğu şu sözlerle anlattı:

“1973-1974 döneminde dönemin Lefkoşa Sancaktarı Sedat Semerci ile haftanın 4-5 günü bir araya geliyorduk. TMT kanalından Doktor’a aktarılmak istenen mesajları benim üzerimden Doktor’a aktarıyorlardı. Doktor’un görüşlerini ve aktarmak istediklerini de aynı şekilde aktarıyordum. Böyle bir diyalog 1973 yılından itibaren Barış Harekatı’na kadar çok sağlıklı bir şekilde yürüdü ve çok faydalı olduğuna inanıyorum.”

“KIBRIS MESELESİNİ TÜRKİYE’NİN MİLLİ DAVASI HALİNE GETİRMESİ YAPILABİLECEK EN BÜYÜK HİZMETTİ”

Kıbrıs Türk halkının mücadelesinde Dr. Fazıl Küçük’ün en kritik rolünün Kıbrıs davasının Türkiye’ye benimsetilmesi olduğu görüşünü paylaşan Peker Turgud, şöyle devam etti:

“Başlangıçta Türkiye’de, ‘Bizim Kıbrıs meselesi diye bir meselemiz yok’ denen bir politika vardı. Ama Doktor bunu basının da aracılığıyla özellikle Hürriyet gazetesinde Sedat Simavi’nin de yardımıyla Türkiye’yi o zaman 67 vilayet hepsini bir bir gezerek, mitinglere katılarak, Türkiye halkına ve Türk kamuoyuna Kıbrıs meselesini benimsetip, Türkiye’nin bir milli davası haline getirmesi, bana göre yapılabilecek en büyük hizmetti. Çünkü Türkiye’ye bunu kabul ettirmeden Kıbrıs’ta küçük bir cemaat olarak İngilizlere ve Rumlara karşı direnmek oldukça zordu. İngilizlerin, Kıbrıs Türkleri ve Rumlarına bakış açısına bakarsanız, Kıbrıs Rumları için Rum Ortodoks toplumu derken, Türkler için Türk terimini kullanmadan Müslüman azınlık tabirini kullanıyorlardı. Kıbrıs Türk halkının bir azınlık olmadığını, egemenliğe ortak bir halk olduğunu kabul ettirme ve İngilizlerin gasp ettiği Türk haklarını özellikle vakıflar, okullar gibi ve Aile Kanunu’nu kabul ettirmesi konusunda Doktor’un verdiği mücadele müthiş bir mücadeledir. Bu mücadele olmasaydı, bugünkü durum olamazdı. En büyük silahı elinde gazetesiydi, ekonomik özgürlüğüydü ve İngiliz’e karşı direnmesiydi. Toplumdan bu konuda büyük bir destek gördü.”

“BERABER YÜRÜDÜLER, BİR EKİPTİ ONLAR”

Dr. Fazıl Küçük’ün, Osman Örek, Rauf Denktaş, Fazıl Plümer, Niyazi Manyera gibi isimlerle beraber yürüdüğünü ve onların bir ekip olduğunu dile getiren Peker Turgud, TMT’nin oluşumunda da, Türkiye’ye Kıbrıs meselesinin kabul ettirilmesinde de aynı ekibin öncülük ettiğini ifade etti.

RAUF DENKTAŞ’TAN HALKIN SESİ İÇİN MESAJ… “BİRİNCİ SAYISINDAN İTİBAREN OKUYUCUSU, İKİNCİ SAYISINDAN İTİBAREN YAZARIYIM”

Turgud, Halkın Sesi’nin mücadele tarihindeki önemini de şu sözlerle ifade etti:

“Rauf Bey bir gün bana; ‘Ben Halkın Sesi gazetesinin birinci sayısından itibaren okuyucusu, ikinci sayısından itibaren yazarıyım’ demişti. Bunu Halkın Sesi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptığım bir dönemde, sanıyorum gazetenin kuruluş yıl dönümünde bir mesaj olarak bana göndermişti. Hafızam beni yanıltmıyorsa o zamanlar yayınlamıştık da bunu gazetede… Doktor’un büyük güçlüklerle yaşattığı Halkın Sesi gazetesinin payı çok büyük mücadelede…”

“BEN DOKTORUM, SİYASETÇİYİM VE GAZETECİYİM”

Dr. Fazıl Küçük’ün, “Ben doktorum, siyasetçiyim ve gazeteciyim” diyerek, kendisini tanımladığını dile getiren Peker Turgud, “Üç kimliğini her zaman kullanırdı ama gazeteciliği daima ağır bastı. Gazetesini bir başka türlü severdi. En sıkışık gününde dahi gece yatmadan önce olsa bile gazeteye giderdi” ifadelerini kullandı.

“CUMHURBAŞKANI MUAVİNİ OLDUĞU DÖNEMDE DAHİ FIRSAT BULDUKÇA YİNE CUMA GÜNLERİ MUAYENESİNE GİDER, GELEN FAKİR HASTALARA BAKARDI”

Dr. Fazıl Küçük’ün Cuma günleri doktor olarak halka ücretsiz baktığına da değinen Peker Turgud, “Çocukluk yıllarımdır, pek bilmiyorum ama cuma günleri köyden gelen fakir vatandaşlara ücretsiz baktığı hatta bazılarına ilacını da satın alıp verdiği söyleniyordu… Sonra Cumhurbaşkanı Muavini olduğu dönemde dahi fırsat buldukça yine cuma günleri muayenesine gider, gelen fakir hastalara bakardı” diye konuştu.

“AİLE MECLİSİNDE HİÇ POLİTİKA KONUŞMAZDI”

Dr. Küçük’ün ailesine mümkün olduğu kadar vakit ayırdığını ifade eden Turgud, kayınpederini “Enteresan bir tarafı, aile meclisinde hiç politika konuşmazdı. Aile ile politikayı karıştırmıyordu” sözleriyle anlattı.

“Dr. Fazıl Küçük’ün pişmanlığı var mıydı?” sorusuna da yanıt veren Peker Turgud, “Yaptığı işlerden dolayı pişman olduğu bir şey görmedim” dedi.

“POLİTİK STRESİN DEŞARJIYDI O…”

Dr. Küçük’ün argoyu sevdiğinin hatırlatılması üzerine Turgud, şunları dile getirdi:

“Argoyu severdi, herkesle şakalaşırdı onu yapmazsa rahat edemezdi zaten… Yakın dostlarıyla şakalaşır, eğlenirdi ve belki de politik stresin deşarjıydı o… O stresin boşalması, rahatlaması… Günlük stresten kendini uzaklaştırırdı. İş, siyaset konusunda son derece ciddiydi, tavizi yoktu, kişisel ilişkiler ve dostluklarda ise şakacı, canlı, samimi bir yapısı vardı.”

“POLİTİKACILAR BU İŞİ YAPAMIYOR… ASKERİN KONTROLÜNE VERİLMELİ”

Dr. Fazıl Küçük’ün kabrinin bulunduğu Anıttepe’nin bakımı hakkında da değerlendirme yapan Peker Turgud, şunları söyledi:

“Gerek Anıttepe’nin, gerekse merhum Rauf Denktaş’ın Anıt Mezarı’nın doğrudan bir yasa ile askerin kontrolüne verilmesi gerektiği görüşündeyim. Emniyeti, kontrolü, bakımı, her şeyi aynen Türkiye’de Anıtkabir’de olduğu gibi askeri kontrol altına girmesi lazım… Aksi halde her iki noktada da istenmeyen durumlarla karşılaşmak, bakımsızlık, ilgisizlik mümkündür. Politikacılar bu işi çeşitli nedenlerle yapamıyor. Çünkü politikacı oradan bir oy beklemiyor. Bunu uygun bir yasa ve bütçeyle silahlı kuvvetlerin eline verirseniz, orası hem bakımlı, temiz ve yeşillik olur hem de istenmeyen manzaralarla karşılaşılmaz.”

“KIBRIS TÜRK TARİHİ DAHA DETAYLI OKUTULMALI”

Toplumun Dr. Fazıl Küçük’ün değerini verdiğini belirten Peker Turgud, “Eğitim sistemimizde bana göre Kıbrıs Türk tarihinin daha detaylı bir şekilde okutulması ve gelecek nesillere yaşananların bir daha yaşanmaması için geçmişin iyi anlatılması gerektiği kanaatindeyim” diye konuştu.