Melih SULAR


Bir şehre girdiğinizde aradığım ilk önce “Tarih ve Kültür” olmalı diyorsanız;  Rotanızı mutlaka Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin tarihle iç içe yaşayarak bugünlere gelmiş, binlerce yıllık kültürel yükünü tarihi bir sorumlulukla arttırmış Gazimağusa kentine çevirmelisiniz.

Lüzinyan döneminde Mağusa olarak adanın en önemli ikinci şehri olan ve Frenkler tarafından “Famagusta” olarak tanınan bu şehir; halen halk dilinde sokaklarda, günlük yaşamda ve adını sayamadığım bir çok yerde “Magosa, Mağusa, Gazimağusa ve Famagusta” isimleriyle kimlik arayışına devam ederken, çok kültürlülüğün vermiş olduğu; eskinin ve yeninin iç içe yaşadığı bir şehir olgusunu vermektedir.

Şehri gezmek için elinizdeki haritayı incelemeye başladığınızda; bu kadar küçük gibi gözüken üstelik dörde katladığınızda arka cebinize sığan bir haritada onca tarihi eserin ve kültürel değerin sığıştığını fark edip, gözlerinizdeki şaşkınlıkla beraber bu şehri yaşamaya başlarsınız.

Eğer eskiye dair tarihin arka odalarındaki gizli sırları seviyorsanız, yanınızda bir rehber olmasa bile bu şehrin size yavaş yavaş verebileceği, fakat yalnızca sizin gün yüzüne çıkartabileceğiniz muhteşem anılarınızın ve hikâyeleriniz olacağına şimdiden emin olabilirsiniz.

Bu hikayelerden en ilgi çekici olanı ise şehri çepeçevre saran; uzunluğu 3 kilometreyi bulan, yüksekliği 18 metre ile 9 metre arasında değişen, surların dış kısmında genişliği 46 metreyi bulan hendeği ile birçok burçlar, rampalar, kapılar, mangallar, cephanelikler, depolar ve ahırlarla ile donatılmış Lüzinyan surlarının tam orta kısmında bulunan  "Lala Mustafa Paşa Camisi" dir.

Luzinyan döneminde gotik mimariyle yapılmış bu eser ; Osmanlı imparatorluğunun 1571 yılında Kıbrıs'ı ele geçirmesiyle beraber cami olarak değiştirilmiştir. Daha sonralarında gotik mimarisi kullanılarak minare eklenen "St Nicholas Katedrali" yeni adıyla "Lala Mustafa Paşa Camisi"  geçmişte bir çok kral kraliçenin taç giydiği şehrin en önemli anıtı ve simgesidir.

 

Çünkü bu kutsal anıtın hikâyesiyle beraber yüzyıllar boyunca kutsanmış çok inanılmaz bir enerjisi vardır. Toprak rengiyle mavi kırçıllı bulutların önünde her ressamın yada her fotoğrafçının hayallerini süsleyen engin bir endamla durur.

 

Bu büyük yapıtın içine girmeden Namık Kemal meydanında biraz gezinebilir. Tarihle iç içe duran mekanlarda çayınızı yudumlayabilirsiniz. Yapmayı unutmayacağınız bir kaç şeyden biriside; 1298 yılında katedralin inşaatına başlanıldığı yılda ekilen ve o zamandan beridir dimdik ayakta duran tropik incirin yani tarihi “Cümbez Ağacı” gölgesinde bir bankta şehrin kalbini dinlemeye başlamaktır.

Damarlarındaki suyu 716 yıldır caminin köklerine salan, hakkında binlerce rivayet olan bu ağacın gizlenmiş hikâyelerini ve camiyle olan ilişkisini fotoğraflamaya ve onun şehirle olan tarihi bağını hayal edebilir; kralların, kraliçelerin, soylu kişilerin, komutanların tarihte bu şehri ilk ele geçirdikleri andan itibaren bu yapıya sahip olmak istemelerini nedenlerini sorgulayabilirsiniz.

Şehirler, medeniyetlerin doğup büyüdüğü mekanlardır.  Bazen bir yolculuk  yada iş amacıyla gittiğiniz kentlere girdiğinizde sizi ilk karşılayan o şehrin kendine özgün mimarisi ve onun dile gelmiş yapılarıdır.
Lala Mustafa Paşa Camisi Mağusa'nın Kalbi olarak yaşayan en önemli miraslardan birisidir. İç ve dış yapısı, şehirle olan uyumu ile bu tarz yapılara verilecek en önemli örneklerden birisidir.