Birikim Özgür, Türkiye’deki siyasi gelişmelerin Kıbrıs üzerindeki olası etkilerini değerlendirdiği yazısında, çözüm odaklı bir yaklaşımın artık siyasal ve ekonomik bir zorunluluk haline geldiğini vurguluyor. Özgür’ün yazısı şöyle:

“Son günlerde Türkiye’de yaşanan gelişmeler, bölge siyasetini kökten etkileyebilecek bir dalganın yükselmekte olduğunu gösteriyor.

20. yüzyıl milliyetçiliğini aşarak eşit yurttaşlık temelinde daha kapsayıcı bir sisteme geçiş süreci resmen başlamış bulunuyor.

PKK’nın silah bıraktığı, AKP, MHP ve DEM Parti arasında yeni bir mutabakat zemini oluştuğu ve Kürt meselesinde kapsamlı bir çözüm sürecinin yeniden başladığı yönündeki haberler; sadece Türkiye’nin iç dengelerini değil, doğrudan Kıbrıs’ı da ilgilendiriyor.

Böylesi bir değişimi bazı çevreler şaşkınlıkla ve temkinli iyimserlikle izlerken, kimileri ise bu gelişmeleri “iki devletli çözüm” tezinin güç kazandığı şeklinde yorumlama telaşına giriyor.

Oysa asıl mesele, taşların oynaması değil, hangi yönde oynadığıdır.

Bugün olup biteni dikkatle okuduğumuzda görüyoruz ki Türkiye, yeni bir siyasal ve ekonomik denge kurma arayışında.

Bu arayış, çözümsüzlüğü değil, çözüm üretmeyi, çatışmayı değil, normalleşmeyi gerektiriyor.

Ve eğer Ankara’da gerçekten bir paradigma değişikliği yaşanıyorsa, bu değişimin Kıbrıs’a da yansıması kaçınılmazdır.

Ankara’nın Kürt meselesinde yeni bir siyasal çözüme yönelmesi, sadece iç barışı değil, dış politika yaklaşımını da etkileyecektir.

Kıbrıs’ta uluslararası meşruiyeti esas alan ve toplumsal iradeye saygılı bir yaklaşım Ankara’nın yeni paradigmasını güçlendirecektir.

Eğer Türkiye içeride eşit yurttaşlık temelinde yeni bir yola çıkmışsa, Kıbrıs’ta da statükoyu değil, çözümü esas alan bir politika kaçınılmaz olacaktır.

Rum tarafı bugüne kadar birçok noktada esnek davranmadı ancak unutmayalım: Çözüm niyeti, sadece karşı tarafta değil, bizde de şekillendirilir.

İki devletli çözüm, kulağa kararlı ve net bir duruş gibi gelse de, uluslararası hukukun dışında kalan, izolasyonları kalıcılaştıran, ekonomik belirsizlikleri derinleştiren ve Kıbrıslı Türklerin kurucu ortaklık hakkını fiilen terk eden bir tercih anlamına gelir.

Gerçekçilik, karşımızdakini suçlayarak yalnızlaşmak değil, zorlu ama mümkün olanı başarmak için cesaret göstermektir.

O mümkün olan da, hâlâ ve yeniden, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı federal çözümdür.

Cumhurbaşkanı Tatar’ın etrafındakilerin iddia ettiği gibi Türkiye’de yaşanan gelişmeler “iki devletli çözüm” tezinin aniden dünyada kabul görebileceği anlamına gelmiyor.

Aksine, Kürt meselesinde atılan adımların merkezinde eşit yurttaşlık, diyalog ve siyasal temsil yer alıyor. Aynı değerler, Kıbrıs sorununun çözümünde de geçerli olabilir.

Eşit kurucu ortaklık, ortak devlet yapısı, AB içinde yaşanabilir bir gelecek… Bunlar artık hayal değil; siyasal ve ekonomik rasyonalite gereği haline geliyor.

Dolayısıyla taşlar oynuyorsa, bu hareket çözüme değil, çözümsüzlüğe sarılanların zeminini sarsıyor. Bugün çözüm isteyenler değil, çözümsüzlükte ısrar edenler savunmada.

Unutmamak gerekir ki bu siyasi hareketliliğin en güçlü dinamiklerinden biri de ekonomidir. Türkiye’de kamu maliyesi alarm veriyor, yatırımcı güveni düşüyor ve büyüme sürdürülebilirliğini kaybediyor.

Bu nedenle, sadece içeride değil, dışarıda da yatırım yapılabilir, öngörülebilir ve hukuka saygılı bir iklim yaratma ihtiyacı doğmuştur.

KKTC’de ise durum daha kırılgandır. Türkiye’ye bağımlı bir kamu maliyesi, işlevsiz kurumlar, üretim yerine ithalata dayalı ekonomi ve artan beyin göçü… Tüm bunlar çözüm perspektifinin yeniden canlandırılmasıyla toparlanabilecek meselelerdir.

Türkiye’nin son yıllarda izlediği taraflı siyaset nedeniyle değişim ve dönüşümü yüreklendirme anlamında AB’yi ikame etkisi ortadan kalkmıştı. KKTC’de yeniden değişim ve dönüşüm ajandası oluşabilmesi için de yine çözüm perspektifinin canlandırılmasını gerektirmektedir.

Uluslararası hukuk içinde tanınma, AB fonlarına erişim, doğrudan ticaret, turizmde açılım… Bunlar için çözüm sadece siyasal değil, iktisadi bir zorunluluktur.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın KKTC ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a yönelttiği övgü dolu sözler, statükoya gösterilen bir takdirin ötesine geçemedi.

Dirayetli liderlikten söz edildi, istikrardan bahsedildi ama toplumlararası çözüm, demokratikleşme veya ekonomik kalkınma gibi temel başlıklara değinilmedi.

Gerçek liderlik, sadece geçmişi yönetmekle değil; geleceği cesaretle kurmakla ilgilidir. Bu halk artık hayali hedeflerle oyalanmak değil, ekonomik refah ve uluslararası saygınlıkla güçlenmek istiyor.

Belli ki Kıbrıs Türk halkının güncel iradesi ortaya çıkana ve Türkiye liderliği yeni bir talimat seti hazırlayana kadar Türkiye bürokrasisi mevcut talimat seti çerçevesinde konuşmaya devam edecektir.

Bu açıdan, yapılan konuşmaları “müdahale” veya “destek” gibi yorumlamamak akla yatkın olandır. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi, yalnızca kişisel tercihlerin değil; toplumsal yönelimin de göstergesi olacaktır.

Ankara değişiyorsa, Kıbrıs Türk halkının da bu değişimi okuyarak yeni bir yön tayin etmesi gerekir. Bu bağlamda Tufan Erhürman’ın adaylığı, çözüm isteyen, adalet arayan, üretime dayalı ekonomi talep eden ve uluslararası meşruiyeti önceleyen geniş toplum kesimlerinin buluşma noktasıdır.

Erhürman, Türkiye ile uyumlu ama teslimiyetçi olmayan, çözümcü ama ilkesiz olmayan, güçlü ama demokratik bir çizginin ifadesidir.

Bazı çevreler hâlâ yüksek perdeden “kimin haklı çıkacağını” tartışıyor. Oysa esas mesele, kimin bu toplumu ilerletebileceğidir.

Türkiye değişiyorsa, bu Kıbrıs için de bir fırsattır. Ancak bu fırsat, yalnızca gökten inen bir değişimle değil; buradaki halkın iradesiyle, yani sandıkla ete kemiğe bürünür.

Çözüm isteyenler artık romantik hayalperest değil, gerçeği cesaretle savunan akıl sahipleridir. Ve gelecek, onların olacaktır.”