İnsanlık tarihinde ilkbahar ve “bahar mevsimi” hep yeni fikirlerin geliştirildiği, yenilik ve gelişmenin olduğu bir mevsim olmuştur. Yılın bu zamanı insana daha iyi bir ruh hali getirir, böylece daha olumlu olup, amaçlarımıza ulaşmak için daha enerjik oluruz. İşte tam da bu bağlamda, bahsi geçen yeni enerjinizi yılın her 24 Mart’ında kutlanılan Dünya Tüberküloz Günü’ne odaklanmanızı tavsiye ediyorum. Bu kutlamanın 24 Mart’ta yapılmasının sebebi şudur: 120 yıl önce, 1882’de Robert Koch isimli bir Alman doktor, tüberküloz’un (TB bacillus) sebebini bulduğunu iddia ederek bilimsel çevreleri şaşkına çevirmiştir. O yıllarda tübörküloz hastalığı Avrupa’yı yakıp yıkıyordu, her 6 kişiden birinin ölümüne sebep oluyordu!

Koch’un keşfi tüberkuloz hastalığının teşhis ve tedavisinin yolunu açmıltır. 1982’den beri bu günü, bu hastalığın tehlikesi konusunda toplum bilincini artırmak için farkındalık yaratmaya adadık. Bugün hala Tüberküloz dünyada salgın bir hastalık olarak devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelerde her yıl birkaç milyon insanın ölümüne neden oluyor. Acaba Dünya’nın bizim yaşadığımız bölümünde bu hastalığın tekrar ortaya çıkması söz konusu olur mu? Umarız ki olmaz ve inanıyorum ki bu hastalık karşısında birlik olup savaşırsak, TB’nin çocuklarımızın hayatlarına girmesini de engelleyebiliriz.

Tüberküloz, ya da başka bir değişle TB (tubercle barcillus’un kısaltması) Mycobacterium Tuberculosis sayesinde ortaya çıkan, yaygın, birçok durumda ölümcül olabilen bulaşıcı bir hastalıktır. Kişi TB bakterisini soluduğu zaman, bakteri, doğruca akciğerlere yerleşir. Eğer o kişinin bağışıklık gücü zayıfsa, ya da zayıflarsa, bakteri üremeye başlar. Kan aracılığıyla akciğerlerden böbrekler, omurga ve beyin gibi bölgelere yayılabilir. Beyin, böbrek gibi bölgelerde TB bulaşıcı değildir. TB, bulaşıcı hastalığı taşıyan bir kişiden  diğer bir kişiye hava aracılığıyla bulaşır. Grip gibi, aerosol olarak yayılır; hasta kişiler öksürdüğü, hapşırdığı ve hatta konuştuğu zaman damlacıklar havada asılı kalır. Bu havaya uzun süre maruz kalan kişiler damlacıklar aracılığıyla bakterileri soluyarak içlerine alabilirler. Akciğerlerinde TB olan kişilerin günlerinin uzun bir zamanını birlikte geçirdikleri kişilere hastalıklarını bulaştırma olasılıkları yüksektir- aile fertleri, arkadaşlar ve iş arkadaşları dahil olmak üzere. Özellikle vurgulanmalıdır ki aktif durumda olan hastalık bulaştırılabilir haldedir, latent (sessiz) döneminde olan hastalık bulaştırılabilir değildir.

Kısacası TB’ye maruz kalındığında bile hastalığın latent döneminde birçok insan (%90’nın üzerinde) ilaç kullanımına gerek kalmaksızın hastalık yenilebilir. Bir başka değişle, %90 kişi, tüm yaşamlarını hastalığın latent enfeksiyonu ile tüm yaşamlarını hastalığı hisstemeden ve bulaştırmadan geçirebilirler. Sadece 10 kişiden 1 kişinin latent (sessiz) enfeksiyonu aktifleşip hastalığa dönüşüyor ve tedavi edilmediği takdirde hastaların %60’ının ölümüne sebep olabiliyor. Aktif TB teşhisi konulanlar için tedavi ve hastalığın yayılmasını önlemek oldukça önemlidir.

1920’li yıllarda TB’nin yayılmasını engellemek amacıyla ağızının üzerinde mendil tutan adamı gösteren resim.
İnatçı bir öksürük ve kanlı balgam bu hastalığın klasik belirtileridir. Ancak, geceleri beliren yüksek ateş ve kilo kaybı da TB ihtimalini gösteren belirtiler olarak düşünülmelidir. Eğer hastalık akciğerler yerine diğer organlara bulaşmışsa, TB hastalığının belirtileri olarak ihsal, kemik ağrıları, ciltte yaralar gibi birçok farklı belirtiler söz konusu olabilir.
Göğüs röntgeni, kan testleri, mikroskopik inceleme, balgam kültürünün yapılması veya vücudun diğer salgılarının kültürünün yapılmasının ardından hastalığın teşhisi konulabilir. Bazı durumlarda, bronkoskopi gerekli olabilir ya da hastalığın aktif durumda olup olmadığının tespit edilebilmesi için özel bir kan testinin yapılması gerekebilir.
Tedavi süreci zor ve çoklu antibiyotik alınmasının gerektiği bir süreçtir. Hatta bu süreç en az 6 ay sürebilir! Ancak tedavi sürecinin uzunluğunun dezavantajı, hastalığın tedavi edilmediği hallerdeki sonuçlarına kıyasla hiç de kötü değildir. Bu bağlamda doğru teşhis çok önemlidir ve doğru eller sayesinde TB hastalığı tedavi edilebilir bir hastalıktır. Doğrudan gözlemli tedavi süreci; DOTS (Directly Observed Treatment Short Course) uluslararası kabul gören ve önerilen tedavi strateji olup, oldukça etkili ve uygun maliyetli bir stratejidir. DOTS tedavisi çeşitli güçlü antibiyotiklerin uzun süreli kullanımını içerir. Böylece bakteriye karşı savaş açılarak kökü kurutulur. Anti-TB ilaçlarının TB hastalığı olan insanları tedavi ettiği bilinmekte ve dolayısıyla hastalığın yayılması engellenmektedir. Bu ilaçlar aynı zamanda HIV’li insanların ömrünün uzatılmasında da kullanılmakadır.
DOTS tedavisi batılı ülkelerde yüzyıllardır kullanılmaktadır ve bu yüzden hastalığın tekrar ortaya çıkma oranları düşüktür. 1990’da Çin’de yaşanılanlardan da bilindiği gibi, DOTS tedavisi hala en etkili ve en iyi yöntemdir. Çin’de TB büyük bir sağlık sorunu haline gelmişti ve yılda 360,000 insanın ölümüne sebep oluyordu. Çin 1990’da TB tedavisini 31 eyaletinin 13’ünde uygulamaya koydu. Böylece, ölüm oranları 36%  düştü ve yaklaşık 30,000 kişinin hayatı kurtarıldı. TB’nin uygulanmadığı bölgelerde hastalık sadece %12 düşüş gösterdi. Bu verilerle  TB uygulamasının ne kadar etkili olduğu açıkça belli olmaktadır.  
Bu hastalık o kadar ciddi bir hastalıktır ki, hastalığın mümkün olan en erken aşamasında tespit edilmesinin büyük önemi vardır. Böylece hastalığa yakalanan kişiler tedavi edilebilir, hastanın temas halinde olduğu kişiler incelenebilir ve bunun sonucunda hastalığın yayılmasını engellemek için gerekli önlemler alınabilir. Hastalığın yayılmasını engellemek için hasta yakınları ve hatta gerekirse hastanın sosyal çevresi gözlem altına alınabilir. TB tedavisiyle dünyanın çeşitli ülkelerinde başarı elde edilmiş olsa dahi, hastalığın tekrar ortaya çıkması ve kullanılan bazı ilaçlara direnç göstermeyi başaran bazı türlerinin yayılması önlenemiyor - yeni TB türlerinin ortaya çıkması, kullanılan bir ya da daha fazla antibiyotiğe karşı virüslerin direnç kazandığının göstergesidir. Nispeten ender görülse de, ilaçlara dirençli olan TB türüne Türkiye dahil olmak üzere 58 ayrı ülkede rastlanmıştır ve büyük ihtimalle rastlanılmaya da devam edecektir. Dolayısıyla hastalığın teşhisinin konulmasının önemi kadar, doğru tedavi çeşitlemelerinin uygulanması da önem kazanmıştır. Antibiyoriklere dirençli TB büyüyen bir endişe olmuştur. Ancak, hastalığın önlenmesi ve gözetim, tedavi ve takibin etkili bir şekilde yapılması hastalığı yenmemizi sağlayabilir.
Hastalığın önlenmesi, hastalığın yayılmasının önlenmesi için karantina programları ve aşılamaya bağlıdır - genellikle Bacillus Calmette-Guerin aşısı yapılmaktadır. Aşı, güçsüzleştirilmiş tuberküloz bacillus ile hazırlanır. Hatta aşıda kullanılacak bu bakteri yapay ortamda 13 yıl kültür yapılarak daha da güçsüzleştirilir; böylece insanlar için tehlikesiz hale getirilir. BCG aşısı tüberküloz hastalığını 15 yıl süreyle % 80 engelleyebilir. BCG aşısı miliyer tüberküloz yada TB menenjitini büyük oranda önlüyor. Bu yüzden pulmoner TB’nin yaygın olduğu ülkelerde oldukça kullanılmaktadır. TB hastalığının yaygın olarak görülmediği ülekerde BCG aşısı topluma uygulanmamaktadır. Aşı, TB haslatılığına yakalanma riski yüksek olan kişilere ve hastalığa sıklıkla maruz kalan kişilere - hastane çalışanları gibi- uygulanmaktadır.
Dünya’nın bizim yaşadığımız bölümünde olmasa bile, bugün hala Tüberkuloz epidemisi  devam etmektedir. Şu an için TB uzak ihtimal olsa bile, tarih bize bu hastalık konusunda dikkatli olmamız gerektiğini öğretmelidir ve bu sebeple diğer ülkelere yardım konusunda gönüllü olmamızı teşvik etmelidir. TB’yi durduralım ve TB’siz bir dünya yaratalım. Hep birlikte olalım ve çocuklarımızın ileriki yaşamlarını TB’den temizleyelim.