Dr Okan DAĞLI

Ortaçağ kale kentlerimizin kısa bir tarihçesi

Kıbrıs adası, Ortaçağa özgün kaleleri ve kale kentleriyle de bilinen bir adadır. Akdeniz’in en doğusunda, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Mısırlılardan, Bizanslılardan Templer Şövalyelerine, Lüzinyanlardan, Venediklerden Osmanlılara ve İngilizlere kadar gerek askeri gerekse ticari amaçlarla ada birçok kez istilaya uğramıştır. Her gelen, kendi kültürünü ve yaşamından bir kesiti de adada bırakmıştır.

Ortaçağ’daki konuklarımızdan da kaleler bize kalmıştır. Kimileri dağların uçlarında ve kentlerin merkezlerinde sadece askeri amaçlı küçük kaleler olmuş, kimileri de kentin kendisi olup hala daha içinde binlerce nüfusa ev sahipliği yapmaya devam etmiştir.

Lefkoşa ve Mağusa kaleleri içinde hala daha içinde barındırdığı nüfusla geçmişle bugün arasında köprü olmaya devam etmekte, dünyada benzerleri az olan kale kentlerimizdir. Lefkoşa Surlariçi dünyanın bölünmüş son başkenti olarak da başka bir ayırt edici özelliğe sahiptir. Bu bölünmüşlük biraz daha fazla terk edilmişliği getirse de günümüzde bile Ortaçağı yaşayabileceğiniz bir mekandır. Taştan yapılmış evleri, anıtsal yapıları, daracık sokaklarıyla asırlar öncesinden günümüze her döneme ait izleri bünyesinde barındırmaktadır.

Mağusa kale kenti ise yaklaşık 550 dönümlük arazisi, bine yakın konutuyla Lefkoşa’ya nazaran daha küçük ama çok daha sağlıklı bir bünyeye sahiptir. Surları ve anıtsal yapıların oluşturduğu silüet daha nettir. Surların yanı, üzerleri ve hendekleri yapılaşmaktan uzak tutulmuş, anıtsal değerlerinin birçoğu restore edilmiş ve de bütünlüğüyle geçmişi kendi içinde daha fazla barındırmaktadır. Modern yaşamla arası hem fiziksel hem de coğrafi olarak daha net sınırlarla ayrılmıştır. Kalenin tarihi Kara Kapısı’ndan (Land Gate) geçip Akkule’den (Ravelin) içeri girdiğinizde kentin mistik havasını hemen hissedersiniz. Adeta bir zaman tünelinden geçermiş gibi asırlar öncesine dönersiniz.

Kale kentlerimizi geçmişten geleceğe nasıl taşıyabiliriz?

Adada bölünmenin ertesinde modernleşmenin başladığı 1980’li yılların başından itibaren kale kentlerimiz de bundan nasibini almıştır. Kale içinde, taştan yapılı, her türlü kısıtlamanın da getirdiği köhnelikle beraber buralarda sıkışmış insanlar surların dışında daha geniş topraklarda modern mimarinin de o günlerde kendilerini cezbetmesiyle kale kentlerini terk etmeye başlamışlardır. Asırlık taş evler, konaklar ölüm sessizliğine bürünmüş, yaşamdan koparılmıştır. Bu terk ediş son yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir.

Şimdilerde özellikle iletişim ve ulaşımın bizlere yaşattıklarıyla daha fazla gezen ve gören insanlarımız, kendi değerlerinin farkına varmaya başlamıştır. Kale kentlerinin her bir taşının, her bir sokağının değeri anlaşılmaya başlanmıştır.

Bu arada kitlesel turizmin yarattığı yapay ortamlardan, sadece deniz, güneş ve kum konseptinden bıkan bir turist yoğunluğu, yerelliği tanımaya, yerel halkla beraber tarihi doku ve değerlelerle iç içe olmaya da başlamıştır. Geçmişi tanımaya, o yüzyıldaki dokuyla beraber yaşamaya, belki insanın özüne dönmeye yönelik alternatif arayanlar, özel ilgi turizmini doğurmuştur. Kitlesel turizm hareketlerinden yorulan ve insanoğlunun derinliklerine seyahet etmeyi düşünen birçok turist şimdilerde çok daha dingin, doğa ve geçmişle, yerel kültürle beraber olmayı, modern hayatın günlük yaşamda dayattığı bir nevi şiddetten uzaklaşmayı düşünmektedir.

İşte tam da bu ortamda kale kentleri bir çıkış noktası olabilir mi?

Son çeyrek yüzyılda terk edilen fakat değeri gün geçtikçe anlaşılan bu kentlerimiz özel ilgi turizminin çekim merkezi olabilir. Küçük butik oteller ve en önemlisi birkaç odalı konukevleri tekrardan bu kentlerimizin hayata dönüşünü sağlayabilir. İçinde yaşanılacak düzenlemelerden sonra asırlık anıtsal yapıların yanı başında, kahve, restoran ve marketlerin yürüme mesafesinde olduğu, araba gürültüsünden uzak, yaya yollarıyla ön plana çıkan, konukevleriyle birçok farklı ülkeden gelecek insanlara ev sahipliği yapacak Ortaçağ kentlerimiz ve dolayısyla adamız tekrardan çokültürlü bir yaşama ev sahipliği yapabilir.

Mağusa Surlariçi işte tam da bu taşıdığı değerlerle şu günlerde kişisel girişimler sonucunda buna hazırlanmaktadır. Geçmişte yapılan ve şimdilerde yenilenen “vintage” hoteliyle, eski konutlardan dönüştürülen birçok modern ya da tarihi yapıdaki konukeviyle gelecek misafirlerini beklemektedir.