* Kıbrıslı Türk bilim insanı Prof. Hasan Havıtçıoğlu, insanlık için kalıcı izler bırakmak amacıyla önemli başarılara imza atıyor. Türkiye ve dünyada önemli bir yeri bulunan Havıtcıoğlu’nun bilim dünyasına kattığı 17 buluşu var. 

 

* Larnaka’da insanların yakın samimi ilişkilerini ve halkın kullandığı lakapları hatırlıyorum: ‘Pırlama, miskin, cemmedo.’ Ayrıca, horoz güreşlerini, ‘Kurşuniler’ denen çok sevdiğimiz müzisyenleri, İstanbul Gazinosu’nu ve Cumartesi geceleri dans ve müzik eğlencelerini, Cennet Sineması’nı...”

 

* Dezavantajların yanı sıra en büyük avantajım aile desteğimdi. Ve tabi çocukluğumdan gelen mücadeleci yapım avantajımdı. Bildiğim biraz İngilizce de avantajım sayılır. Yarışa hep arkadan başlamam ve başarmak zorunda olmam avantajımdı”

* Mesleki açıdan hayata geçirdiklerimin yanı sıra halen yapamadığım birçok şey var. Daha çok laboratuvar açmak, daha çok buluş yapmak. Ülkemizi daha güçlü kılacak, insanlık için daha kalıcı izler bırakmak isterim.

Mine AVKIRAN NUR

 

O, gurur duyduğumuz Kıbrıslı Türk bilim insanı. Prof. Hasan Havıtçıoğlu. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Başkanı olan ve araştırmaları sonucu toplam 17 buluş gerçekleştiren Prof. Hasan Havıtçıoğlu, mücadeleyle geçen çocukluk yıllarını, eğitim hayatında karşılaştığı acı-tatlı anıları ve başarıyı nasıl yakladığını North Cyprus UK Gazetesi’ne anlattı. Yaşadığı İzmir’de biyomekanik ve temel ortopedi çalışmalarıyla ilgiliAvrupa Patent Ofisi’nden onaylı buluşlar gerçekleştiren Havıtçıoğlu, ülkesini güçlü kılmak ve insanlık için daha kalıcı izler bırakmak amacıyla bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor.

 

Mücadeleyle geçen çocukluk ve gençlik yılları

 

NCUK:Yoğun temponuzda bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Okurlarımızın sizi daha iyi tanıyabilmesi için kendinizden bahseder misiniz?
Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:Larnaka Kıbrıs doğumluyum. Devecilikle uğraşan B
ir kökenden geliyorum. Baba tarafım develere havıt yapmakla meşgulmüş. Babam ise, mücahitti. 1958 yılında Türk Mukavemet Teşkilatı görevi ile Antalya’ya eğitime gitmişti. 
İlk ve ortaokulu Larnaka’da Bekirpaşa Ortaokulu’nda tamamladım. Çevremdekiler, çalışkan öğrencilerden oluşuyordu. Hafızamda Hasan Sadreddin, Meral Fevzi, İlkay, Salahi, Mine Ruhseven, Cihan Nuri, Taner Nidai ve diğerleri var. 

Çocukluğumuz, belirli sınırlar içerisinde ve hep Rum korkusu altında geçti. Aynı zamanda Anavatan bizi kurtaracak beklentimiz vardı. Lefkoşa’ya girişte sınırda Kıbrıslı Rumların bizi yoklamalarını ve kötü muameleleri hatırımda duruyor.

Larnaka’da insanların yakın samimi ilişkilerini ve halkın kullandığı lakapları hatırlıyorum: ‘Pırlama, miskin, cemmedo.’ Ayrıca, horoz güreşlerini, ‘Kurşuniler’ denen çok sevdiğimiz müzisyenleri, İstanbul Gazinosu’nu ve Cumartesi geceleri dans ve müzik eğlencelerini, Cennet Sineması’nı ve ‘iki film bir arada’ anonslarını, bu duyuruları yapan Şakır amca, Berber Nuri, Kunduracı Fahri ve Sağır Mehmet’i anımsıyorum. Zaman zaman Kıbrıslı Rumların silahlı saldırılarını da hatırlıyorum. İş için İngiliz Üssü Dikelya’ya gidenlerden Kıbrıslı Rumların alıp şehit ettiği ama bir türlü naaşlarını geri vermediği kasabalıları anımsıyorum. Bu matem yüzünden siyah renkten başka elbise giymeyen kadınlarımızı ve öksüz kalmış kasabalı çocukları unutmuyorum. Tüm bunları bir kin olarak değil etkilendiğim olaylar olarak hafızamdan çıkaramıyorum. Kısaca, biz çocukluğumuzda hem ders çalışmak hem de ayakta kalmak için mecbur hissediyorduk. Zaten yapacak fazla bir imkanımız da yoktu. Küçük kasabamız kısmen yarı açık hapishane gibiydi. Yaşadığımız yerdeki sınırları geçmezdik. Sonra bir dönem sınırlar rahatlamıştı. 
Ortaokulu birincilikle bitirdim. Lise eğitimini
Lefkoşa Türk Lisesi’nde başarıyla tamamladım. Her gün Larnaka’dan Lefkoşa’ya bir otobüs öğrenci gidip geliyorduk ve ben sayılı ‘ineklerden’ biri olarak yolda bile ders çalışıyordum. Liseyi de dereceye girerek bitirdim, üniversite giriş sınavınnda ise hiç zorlanmamıştım. Sınav sonrası harb oldu ve birkaç günlük direnişten sonra kasaba Birleşmiş Milletler kontrolüne verilince esir kampında 66 gün esir tutuldum. Bizi önce futbol sahasında sonra da Bekirpaşa Ortaokulu’nda esir tuttular. Bu sırada, üniversiteyi kazandığımı BM askerlerinin bana ulaştırdığı mektupta okudum. Neyse ki esir değişimi sonucu Türk tarafına geçtim ve şu an bulunduğum şehir İzmir’e geldim.
Ege Tıp Fakültesi mezunuyum ve üniversiteyi Türkiye Cumhuriyeti bursuyla okudum. İhtisasımı da İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi Ortopedi Kliniği’nde yaptım.
İyi bir ortopedist olan Prof. Veli Lök’ün, ortopedinin kişilik yapıma uygun bir bilim dalı olduğunu söylemesi nedeniyle bu bölümü seçmiştim. Vatani görevimi yapmak için Kıbrıs’a döndüğümde Gülseren Eğitim Kampında askeri hekimlik yapmam gerekirken teğmenlik yaptım. Tanksavar takım komutanıydım. Askerlik sonrası yeniden aynı üniversitenin Ortopedi Kliniği’ne geri döndüm. Önceleri el cerrahisi alanında kendimi geliştirmek istemiştim ancak önümün kapalı olduğunu görünce hocalarımın yönlendirmelerinin dışında, yeni bir çalışma alanı olarak Oropedik Onkoloji alanını seçtim. Bu süreç için Amerika Birleşik Devletleri’nde hizmet veren Mayo Clinic’te görev yaptım. Doçentlik ünvanına 1993 yılında, Profesör ünvanına da 1998 yılında sahip oldum. 2005 yılında ise, Biyomekanik Ana Bilim Dalı Başkanlığı’nı, 2011 yılında da Kemik Kıkırdak Doku Mühendisliği Araştırma Geliştirme Merkezi’ni kurdum. 2010 yılından bu yana Ortopedi Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktayım.
Asistanlık yıllarımdan beri Mühendislik ile ilgili çalışmalarda bulundum. Temel ortopedi konularına ilgim olmuştur. Biyomekanik ve temel ortopedi çalışmalarıyla ilgili birçok patent aldım. Kimsenin yapmadığı, uğraşmadığı konuları kendime hedef koydum. Bu kapsamda, kimse onkoloji ile uğraşmazken ortopedik onkoloji alanında çalıştım. Biyomekanik çalışmalara ilave olarak 2010 yılından sonra kök hücre ve hücre mekaniği çalışmalarına ilgim ve katkılarım oldu. Halen araştırma grubunda bulunan matematikçi, fizikçi, biyolog, mühendis gibi multidisipliner gençlerle çalışıyorum. 

Hekimlik, kendi tercihi olmasa da şimdi minnet duyuyor

NCUK:Başarılı öğrenciler genelde hekim olmaya yönlendirilir. Ancak hekimlik, özel hayat başta olmak üzere birçok şeyden ödün vermenizi gerektiren bir meslek. Neden hekimlik mesleği?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:İnsan çevresi ile varolur. Bu nedenle birçok kişi doktor olmaya yönlendirilir. Çünkü geçmişten bu yana üç cübbeli meslek popülerdir.

Hekim, Hakim, Hoca. Üniversiteye girişte ilk tercihim Gemi İnşaat Mühendisliği’ydi. İlk tercihimi kazandım ancak esir kampında olduğum ve Kıbrıs’ta gemi inşaatı olmadığı için ablam kaydımı Tıp Fakültesi’ne yaptırmıştı. Okuduğum cep fotoromanındaki karakter, gemi inşaat mühendisi olduğu için bu mesleği yapmak istemiştim. Puanım yüksek olduğu için Türkiye Cumhurieti bursuyla eğitim gördüm, bu nedenle minnettarım.

Hekimlik, birçok şeyden ödün vermenizi gerektiren bir meslek olabilir ama ben zaten çetin bir çocukluktan gelmiştim ve yaşamı çalışmak, mücadele etmek olarak algıladım. Bu algım hep devam etti. Yaşamın kurgusunda üretmek ve varolmak var zaten. Hekimlik mesleği, kendi tercihim değildi ama iyi ki hekim olmuşum. Kalbimin bir köşesinde mühendislik vardı ve araştırmalarımın çoğunu yine mühendislerle birlikte yaptım. 

 

 

Biyomekanik ve temel ortopedi alanında 17 buluşu var

 

NCUK:Patente sahip buluşlarınız var. Bu buluşlardan bahseder misiniz?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:17 tane buluşum oldu. Bunların birçoğu Avrupa Patent Ofisi’nden onaylıdır. İlk patentimi aldığımda Türkiye Cumhuriyeti Uluslarası Patent Antlaşmaları’ndan ayrıydı. İlk patentimi 1993 yılında aldım. Bu buluşum, kemik kırıklarını dışarıdan yönlendirebilen bir cihazdır.

Bir diğer buluşum olan boy uzatma cihazı da, Avrupa Patent Ofisi tarafından onanmıştır. Boy uzatma konusunda Türkiye ve dünyada iyi bir yerim olduğu kanısındayım. Hastalarımdan 20 santimetreye kadar bacağı uzamış olanlar mevcuttur. Ayrıca, bu konuda iki doktora ve yüksek lisans çalışması yaptırdım. Akıllı telemetrik halluks valgus ayakkabısı ile ayaktaki deformiteleri düzeltme patentimizin de, ilginç bir çalışma olduğu kanısındayım.

Son yıllarda ağırlıklı olarak hücre kültürü, biyomalzeme ve hücre mekaniği üzerinde çalışıyoruz. Duş yaparken kulandığımız kabak lifi temelli şişebilen mekanik dayanıklılığı olan kıkırdak yapıları ile ilgili çalışmalarımız orijinal olup Material Science gibi dergilerde yer bulmuştur. Kemik ve kıkırdak hücresi üretimi, kendi labrotuvarımızda mümkün olup, hücrenin tutunacağı yapı iskelelerini geliştirmeye çalışıyoruz. Gelecekte diz ve kalça protezi yerine doku mühendisliği teknikleriyle çözümler üretebileceğiz. Şimdiden bazı uygularımız var. Ayrıca ‘Yaratıcı Düşünce Teknikleri Araştırma ve Buluş’ ile ‘Yaratıcı üniversite ve Bilgi Toplumu’ diye ortopedi dışında düşünceyi geliştirme ve yaratmakla ile ilgili iki kitabım var. Ortopedi alanında da 300’ün üzerinde yazı ve yayınım mevcuttur.

 

 

“Başarmak zorunda olmam avantajımdı”

 

NCUK:Bir Kıbrıslı Türk Profesör olarak yurt dışında hekimlik yapmanın avantajları ya da dezavantajları var mı? 

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:Türkiye’yi yabancı bir ver değil vatanım olarak kabul ediyorum ama tabii ki ben bir Kıbrıslı Türküm. Aslında, Türkiye veya KKTC diye ayrım yapılmasına karşıyım. Vatanımın özelliklerinden ödün vermeyen ve nankörlük etmeyen bir yaklaşımı tercih ediyorum.

Ancak dezavantaj olarak söylemek gerekirse, yabancı uyruklu muamelesi yaşadık. Mesela asistanlığımı yaptığım dönemde hiç maaş alamadım. Çok komik ama 4’üncü yıl sonunda maaş bordrosu düzenlenirken o dönemin dekanı 1 yıl düşünmüştü ve böylece maaş alamadan mezun olmuştum. Ayrıca, 1993 yılında doçent oldum ancak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildim ve kadroya atanamadım. Vatandaşlık aldıktan bir yıl sonra nihayet atanabildim.

Dezavantajların yanı sıra en büyük avantajım aile desteğimdi. Ve tabi çocukluğumdan gelen mücadeleci yapım avantajımdı. Bildiğim biraz İngilizce de avantajım sayılır. Yarışa hep arkadan başlamam ve başarmak zorunda olmam avantajımdı.

 

 

İzmir de vatanı oldu

 

NCUK:Neden İzmir'de yaşamayı tercih ettiniz? Mesleğinizi KKTC'de yapmayı düşünür müsünüz?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:İzmir’de yaşamayı tercih ettim çünkü burada eğitim gördüm. İzmir’in havası, suyu hatta insanı Kıbrıs’a benziyor. Modern ve çağdaştır. Aslında üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra ihtisas için Kıbrıs’a dönmüştüm. Vatani görevim sonrası 5-6 ay Gazimağusa Devlet Hastanesi’nde görev yaptım. Ancak üniversitedeki hocalarımın talebi üzerine İzmir’e döndüm. Gazimağusa Devlet Hastanesi’nde görev yaptığım yıllarda teknik imkanlar çok sınırlıydı. Orada göreve devam etsem başarılı olmam mümkün olmayacaktı. Mesleğimi Kuzey Kıbrıs’ta icra etmeyi düşünmüyorum, çünkü halen teknik imkanların yeterli olmadığı kanısındayım.

 

Başarısının takdir edilmesi yüzünü güldürdü

 

NCUK: Meslek hayatınızda yaşadığınız ve sizi etkileyen bir anınızı okuyucularımızlaa paylaşır mısınız?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:Meslek hayatımda yüzümü güldüren olaylardan biri, ortopedi sınavında hocalarımdan Prof. Dr. Kemal Erol’un ‘Hasan’ı ben yetiştirdim. Sorum yok’ sözüydü. Doçentlik sınavında ise, jüri başkanının yayınlarımı beğendiğini ve yine bir diğer hocam Prof. Mehmet Tiner’in beni destekediğini belirtmesi, boy uzatma cihazının Avrupa Patent Belgesi alması yüzümü güldüren nedenlerimdir. Ve tabii ki iki evladımın doğumu, yüzümü güldüren en önemli anılarımdır. Ayrıca, savaşta esir alınmamız beni derinden üzen bir olaydı.

 

“İnsanlık için daha kalıcı izler bırakmak isterim”

NCUK:Meslek hayatınızda istediğiniz noktaya ulaştınız mı? Başka hedef ve projeleriniz var mı?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:Hayır. Ulaşmak için daha çok çalışmam gerek ama ömrüm yetmez herhalde. Mesleki açıdan hayata geçirdiklerimin yanı sıra halen yapamadığım birçok şey var. Daha çok laboratuvar açmak, daha çok buluş yapmak. Ülkemizi daha güçlü kılacak, insanlık için daha kalıcı izler bırakmak isterim.

 

“Cesur kararlar için siyasi yaklaşım olmamalı”

 

NCUK:KKTC’deki sağlık sistemini nasıl görüyorsunuz? Önerileriniz nelerdir?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:Bu konuda ciddi bir çalışmam yok. Ancak toplumsal yapı ve insani yapılanmayı iyi biliyorum. Siyasi önyargısız ve bilimsel temelli bir yapılanma öngörülebilir. Çalıştaylar ve araştırmalar yapılabilir. Ayrıca, sistemi ayakta tutabilecek ekonomik bir döner sermaye yapılanmasına ihtiyaç olduğu kanısındayım. İyi bir planlama ile Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği’nden alınacak destekle sağlık sistemi tamamen düzenlenebilir. Herkesin kayıtlı özgeçmişi ile anında müdahale yapılabileceği bilgi kayıt sistemleri geliştirilebilir. Ayrıca, büyük bir üniversite hastanesiyle entegre işbirliği gerçekleştirilebilir. Ancak bunları yaparken, ‘Bu bizim partiden şu diğer partiden’ şeklindeki yaklaşımından uzak durmak gerekir, ancak bu KKTC’de bir hayaldir. Cesur kararlar için siyasi yaklaşım olmamalı.

 

NCUK:Son olarak neler eklemek istersiniz?

Prof. Dr. H. Havıtçıoğlu:Adamızın ve insanımızın, doğal yapısı bozulmadan çağdaş şekilde yaşanabilen bir huzur ülkesi olarak sonsuza dek kalmasını diliyorum.