North Cyprus, Kıbrıs’ta bir yastıkta kocayıp ayni rüyayı gören asırlık çınarların, yaşam öykülerini sizler için dinledi… Hayat boyu, ne olursa olsun birbirlerinin ellerini bırakmayan, sevgi dolu insanların evine konuk olup, ‘Hayat boyu el ele’ yazı dizisini hazırladı…

 

Yıllar geçse de, birbirlerine bakarken gözleri hala parlıyor ikisinin de…

Aralarındaki sevgiyi hissedip, yaşıyor her ikisi de, ilk günkü gibi…

Bir yastıkta tam 45 yıl. Sevgi ve huzur dolu…

Ömürlerinin geri kalanını el ele geçirmek için dua eden birbirlerine aşık iki insan… Cahit ve Dünay Soyal.

Biri pencerede, diğeri kahvede otururken kesişmiş gözleri ilk kez. Ve o gün başlamış yıldırım aşkı. O gün bu gündür, gözlerini birbirlerinden ayırmıyor her ikisi de…

Üç erkek evlat, 5 torun sahibi olup, adeta genç çiftlere taş çıkartan Cahit ve Dünay Soyal’ın evlerine konuk olduk.

Yasemin kokulu bahçeden içeri girip kapıyı çaldığımda, aralarındaki o tılsımı hissettim. Cahit bey açtı kapıyı, ardından Dünay hanım seslenerek geldi. İkisi de bir koltuğa yan yana oturdu ve geçmişe doğru yolculuk başladı.

***

Cahit Soyal, 12 Aralık 1951 Geçitkale doğumlu. Babasının geçirdiği bir kaza sonucu, evin en büyük erkeği olarak, ilkokulu terk edip çalışmaya başlamış.

Dünay hanım ise ailesiyle 1963’te Geçitkale’ye Lefkara’dan göçmen gelmiş. Birbirlerini, güneyde görüp sevmişler, sonra her ikisi de güneyden, Geçitkale’ye göçmen gelmişler…

Bakın, nasıl başlamış bu çiftin hikâyesi:

Cahit Soyal, şöyle anlatıyor:

 “Küçük yaşta askerliğe başladım. Annem Lütfiye Palu ev hanımydı. Babam Hüseyin Palu hem berber hem de hayvancılık yapardı. 7 kardeşim var. 5’i oğlan 2’si kız. Ben ablalarımdan sonra, 3 numarayım. Erkeklerin en büyüğü… Daha ilkokula giderken, babam büyük bir trafik kazası geçirdi. O yıllarda havaalanında berberlik yapardı. Giderken korkunç bir kaza geçirdi. Elleri, ayakları kırıldı. 3 yıl hastanede yattı. Beni mecburen okuldan aldılar, davarın başına koyular. Çobanımız vardı ama her geçen gün hayvanlarımız azalırdı. Bu sefer iş bana düştü. Fakirlik çoktu, geçmişte. Şimdiki gibi değil. Her istediğimizi alamazdık. O zaman evin büyüğü evi geçindirirdi. Evin tüm yükünü omuzlarıma aldım. Çocukluk çok zordu. Bir taraftan çobancılık bir taraftan askerlik yaptım. Arkadan kardeşlerim büyüdü. O’nlara davarı teslim ettik, ben berber yanına gittim. Berberliği öğrendim, köyde dükkan açtım. Çok zor yıllardı. 13 yaşındaydım. Bir taraftan askerlik, diğer taraftan evin geçimi. Çok şükür yavaş yavaş yaptık. 1974’te göçmen geldik, güneyden Geçitkale’ye. 2 yıllık evliydim. Askerde telsizciydim. İlk geçenlerdendik. Askerdim diye, askerliğe devam ettim. 1978’e askerden çıkana kadar, berberliğe devam ettim. Ablam buldu bu evi, geldik yavaş yavaş onarttık kaldık. Daha sonra ortaokulun kantinini çalıştırmaya başladım, bu arada da belediyede ustabaşı olarak görev aldım. 8 yıl çalıştım. Askerden emekli olunca, bir yasa çıktıydı, çift maaşlılar çalışamaz diye, mecburen belediyeden 8 yıl çalıştıktan sonra ayrıldım. Emekliliğim de dolmuştu. Hem askerden hem de sigortadan emekli oldum.”


“Güney’de de göçmen olduk”

1954’te Güney Lefkara’da doğru, Dünay Soyal. Eşi Cahit Soyal’ın köyüne göçmen gitti. Ortaokul yıllarında gördüğü, her fırsatta kendisine mektup yazarak aşkını ilan ettiği eşi Cahit Soyal ile 17 yaşında nişan olup evlendi.

Dünay Sunay, “Beğenirdim Cahit’i ama babam sorduğunda, utancımdan söyleyemedim” deyip, anlatıyor, yaşananları:

“Güney’de de göçmen olduk. Lefkara’dan Geçitkale’ye… Biz Geçitkale’nin yukarısında kalırdık.

12 Eylül 1954’de Lefkara’da doğdum. 4 kardeşim, 3’üncüsüyüm. 8 yaşımda Geçitkale’ye geldim. Babam kahveci, annem ev hanımıydı. Ortaokula giderdim. Cahit kahveye gelirdi, ben pencereye çıkardım. Göz göze gelirdik. Okul girişi ve çıkışı, okulun önünden geçerdi…  Okul köyün tam ortasındaydı. Cahit, köyüm aşağısında, biz yukarıda kalırdık. Cahit, on kere yüz kere bisikletle gider gelirdi. Kız kardeşimle beraber giderdik eve, kız kardeşim “Sakın başını kaldırın yukarı da görün bu kara yüzlüyü” derdi. Hiç istemezdi Cahit’i o zaman, anneme söylemekle tehdit ederdi beni, koluma da cimciği basardı.

Ne derseler desinler, ben, beğenirdim Cahit’i. Ablam, hiç istemezdi… Oysa, şimdi çok iyi anlaşırlar.   Ayıp sayarlardı o yıllarda birine bakmayı. Görenler, anneme gelip söylerdi beni. “Kızın ne yapar böyle” diye, sanki bir şey yapardım. Yalnızca bakardım. Annem usandıydı artık insanların dilinden, “Dünürcülüğe gelsinler, verecem seni” der, söylenirdi. Rahmetli annem babam çok severdi Cahit’i. Babam sorduğunda “istermin” diye utandıydım çok, “Yok baba okulumu bitirecem” dediydim, hiç unutmam. Sonra, dünürcülüğe geldiler, bizimkiler de verdi.”


“Görür görmez aşık oldum”

 “Bizim maceralarımız çok” diye lafa karışıyor Cahit bey, arkasından atıyor kahkahayı ve bizle birlikte heyecan dolu gençlik yıllarına doğru yol alıyor:

“Dünay’ı görür görmez aşık olmuştum. Dünay, 1963 göçmenidir. Babasının kahvesi vardı, dibinde de evleri. 8 yaşındaydı. Orta iki olunca gözüme ilişti. O pencerede, ben kahvede oturup bakışırdık. Tüm gençler kahvede toplanırdık. Ben de evin penceresini karşı alırdım, Dünay da pencerede bakışırdık. O yıllarda konuşup, buluşamazdık. Sinemaya giderdik, orada bakışırdık. O zaman konuşma yoktu. Sinemada tombula çekilirdi, herkes tombalaya bakardı biz birbirimize.

Aile büyükleri istemeye gitti Dünay’ı bir gece, ben heyecandan gidememiştim. O gece sinema vardı, ben oradayım, bana haber verin demiştim. Sinemada heyecanla beklerken, arkamdan dayısı geldi. Elim ayağım tir titredi, “hade bize gidiyoruk” dedi. Gittik. Yan yana oturttular bizi, büyükle ellerinden yüzükleri çıkartıp, elimize taktı, nişanlandık.”


“İki yıl nişanlı kaldık”

“17 yaşında sözlendik. 2 yıl nişanlı kaldık. 1972’de evlendik. 1973’te oğlum Emin’i, 2 yıl sonra Hüseyin’i, ardından kısa bir ara verdik, 1982’de ‘belki bu kez kız olur’ diye de Rahmi’yi kucağımıza aldık. Pırlanta gibi 3 oğlum, 5 torunum var.

Düğümüz güneyde, felaket güzel oldu. Kına gecesiyle başladı. Yolu boydan boya kapattık. 4 hayvan, çok sayıda tavuk bazlandı. Eskiden herkes katılırdı, düğüne. Yemeler, içmeler göbek atmalar. Çok kalabalık bir düğün oldu.”

Dünay hanım, ekliyor:

“Düğün bir hafta sürerdi. Cumadan başlar, Pazar akşamına kadar sürerdi. Düğünün ilk günü, gelin çeyizini selelerle damat evine taşırdı. O günün sabahı yorganlar kaplanır, dürülür ve damat evine davulla zurnayla gidilirdi.  Gecesi kına gecesi olurdu. Sabaha kadar eğlence olurdu. Kınada, kaynana, gelinin eline altın vermeseydi, açmazdı elini.  Ardından düğün için hazırlık yapılırdı. Gelin onarıcılar vardı, şimdilerde kuaför dediğimiz. Eve gelirdi. Bir gece gelinle kalırdı. Gelinliğimi, Londra’dan geldiydi.”


“Saygı yoksa, sevgi de yoktur”

 “Aramızdan su sızmaz” diyen Cahit Soyal, 45 yıllık beraberliklerini aralarındaki sevgi ve saygıya borçlu olduğunu ifade ederek, saygının bittiği yerde sevginin azaldığına, ayrılıkların baş gösterdiğine işaret ediyor.

“Dünay benim her şeyimdir, canım cacanımdır” derken, gözleri parlayan Cahit Soyal, Dünay’sız bir yaşam düşünemediğini anlatarak, onsuz perişan olacağını emin sözlerle anlatıyor.

Dünay Soyal ekliyor ardından, “ Cahit inattır çok. Süt beyazdır, o siyahtır der. Ben inat etmem hiç. Kavga mı edeyim. Bir taraf daima susacak. Başka türlü olmaz. Gözünün üstünde kaşın var deseler, şimdikiler ayrılacak. Cahit hiçbir şey yalnız yapmaz, hep yanında olacam. İçeceği suyu bile benden ister. Önüne taş kosam yer, ama çocuklar öyle değil. Çocuklar mızırdı küçükken, hele Rahmi, en mızırı… Oğlu Enis de da ona benzer. Darmaduman ederdi ortalığı, dinlemezdi. Annem hep derdi ‘yap bir de kız, da oğlanlarda hayır yok, kızın bakacak sana” deye deye hamile kaldık, üçüncüye. 8 seneden sonra. Oğlan geldi, Allah uzun ömür versin. Yüzünü görene dek, o kadar eziyet çektim da gene erkek oldu dedim sonra kucağıma verdiler oğlum diye bağrıma bastım, dünyalar benim oldu.

Rahmi, şimdi en çok yemeklerde mızırlık yapar… Yaparım yemeği, çağırırım yesinler. Ben zannederim, güzel oldu anne deycek bana. ‘Aman anne bu yemek tadsız oldu’ der ve “Birez filan şeyi koycan, bunu koycan onu koycan, biraz dad gelsin’  diye başlar saydırmaya.   Muhabbetli bir evlilik geçirdik. Üç oğlumuzu büyüttük, evlendirdik. İş sahibi yaptık. Büyük oğlum matbaacı, ortanca belediye işçisi, en ufağı da ambulans şoförüdür. Evin alışveriş işi Cahit’ten, ev işleri de benden sorulur. Cahit, ağzımdan ne çıkarsa anında yapar. Duyar duymaz, bir sürpriz yapıp istediğimi yapar. O benim her şeyimdir. Onsuz bir hayat düşünemem. ”


“Hüseyin’i, Cahit doğurttu”

Hüseyin’i da Cahit doğurttu. Tuvaletten çıkınca, sancılandım. Cahit bey, devam ediyor, gururla:

“Sancı tutu Dünay’ı. Tuvaletten çıktı, sancısı başladı, yattı koridor içine, patladı suyu, çocuğun başı çıktı. Çektim çıkarttım, Dünay çok korktu. Annem de geldiydi. Ebe geldi, kordonu kesti. Ardından kanaması durmadı, damarı çatladıydı diye bir süre hastanede yattı.”

13 önce tatil için gittiği Bursa’da rahatsızlandığını anımsayan Cahit Soyal, eşinin kendisine büyük destek olduğunu ifade etti ve yanından hiç ayrılmadığını, elini bırakmadığını anlattı ve ekledi:

 “Bursa’daydık, teleferikten indik. Mangal partisi vardı, biraz yokuştu. Çıkarken yorulduğumu hissettim, dinlene dinlene çıktım. Ertesi Gün Kıbrıs’a dönecektik. Hemen doktora gittik. Anjiyo yaptılar, üç damarım da tıkalıydı. Ankara’ya sevk ettiler. Bay-pas ameliyatı oldum, Dünay yanımdan hiç ayrılmadı. Kapıyı ben açtım, ardından tam 12 defa hem kardeşlerimi hem akrabalarımı götürdüm. Ailenin tümü kalp, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı…”


“Maceramız çok”

Evlenmeden önce Dünay hanıma, birkaç kez mektup da yazdığını anlatan Cahit Soyal, dayısı öldüğünde evlerine annesiyle misafir gelen Dünay hanıma, yeğeni aracılığıyla mektup yazdığını da gülümseyerek anımsıyor.

“Hemen okuyup yırtardım, annem görmesin diye” diyerek ekliyor Dünay hanım, ve geçmişle günümüzü kıyaslıyor ister istemez.

Sağlam temellerle kurulmalı bir evlilik diyor ve ekliyor:

“Zorluk olmadan yaşam olmaz. Önemli olan o zorluklara birlikte katlanmaktır. Biz Güney2den göçmen gelirken, kucağımda Hüseyin’im vardı, ilk gelenlerdeniz. Atatürk Spor Salonu’nda günlerce kaldığımızı hatırlarım. Tor bezleri elde yıkayıp yıkayıp, çocuğa taktığımızı hatırlarım. Leker üzerinden çıkmazdı. Denktaş ve eşi yardıma gelirdi. Her şeyimizi bırakıp geldik. Boş bir ev bulduk, yavaş yavaş yaptık. Ama hiç kavga etmedik. Cahit askerdi, 5 günde bir gelirdi eve. Çok şükür, çocuklarımızı büyüttük, evlendirdik, torun sahibi olduk. Şimdi gençler biraz, rahat. Bayanların ekonomik özgürlüğü olduğu için de hemen küser. Her şey karşılıklı olmalı. Saygı ve sevgi olmalı. Birbirlerine sevecen olmalılar.”