Güney göçmeni Hamza Akbelli ve eşi Kezban hanım, Yeniboğaziçi’ndeki evinin kapılarını North Cyprus okuyucuları için açtı.

   Buram buram, Kıbrıs tüten, saksı çiçeklerle dolu bahçede oturduk. Kezban hanımın elinden, kahvemizi yudumlarken, sohbete daldık. Arada tanrı misafirleri de ağırlandı, sohbetler edilip, espriler yapıldı.

   “Bizi ölüm ayırır” diyen, muhabbeti ve yaşantısıyla adeta genç çiftlere taş çıkartan Akbelli çifti, 47 yıldır ayni yastığa baş koyuyor.

   Neredeyse yarım asırdır, evliliğe adım attıkları ilk gün verdikleri yeminlerini hiç bozmayan, yeminlerine ve birbirlerine sadık Akbelli çifti, 4 evlat 9 torun sahibi.

   “Biz biriz. Biz bu yola beraber yürümek için çıktık. Birbirimizi yarı yolda bırakmak olmaz ” diyen Akbelli çifti, evlatlarının hayatlarına anlam kattığını ifade ederek, evlatlarının, canlarından öte olduklarını, onlarsız bir yaşam düşünemediklerini de sözlerine ekliyor.

Sadakat önemli

“Sene 1960, Aytotoro’da, Kezban hanıma, hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, yoksullukta ve bollukta, ölüm bizi ayırana kadar seni seveceğime yemin ederim dedim ve yeminimi hiç bozmadım” diyen Hamza Akbelli, eşiyle, geçen sevgi dolu yılları anlattı.

   “Babam rençperdi, annem ev hanımı. Münevver ile Derviş Akbelli. 9’u kız 12 kardeşim var. İlkokulu bitirdim, askere gittim. En büyük ablamız Araplara gelin, 8 kardeşim da İngiltere’ye göç etti. Erkekler çalışmaya, kızlar da evlenip gitti. İkizim, Bahire ve Yusuf kardeşim kaldı Kıbrıs’ta” diye başlıyor yaşam öyküsüne…

   Babası Derviş beyin, üzüm bağları olduğunu anlatan Hamza Akbelli, evin geçimine katkı için hem babasına hem de askere gittiğini anlatıyor.

   Sakin tavırlarıyla dikkat çeken Hamza bey, kuzeye geçtikten sonra Yeniboğaziçi köyüne yerleşmiş, bir süre sonra da Koop Süt Fabrikası’nda çalışmaya başlamış.

   Emekliliğinin tadını çıkartan Hamza bey, sırtını dayadığı hasırdan yapılmış iskemlesinde yavaş ama tane tane anlatıyor, o yılları…

  Geçmiş yıllarda, insanların birbirlerine duyduğu saygının, muhabbetin bile tadının bir başka olduğunu ifade eden Hamza bey, şimdilerde insanların birbirine duyduğu güven duygusunun zedelendiğine de işaret ediyor sözlerinin satır aralarında…

   “Çok zor günlerdi ancak keyfimiz yerindeydi. Şimdilerde saygı, sevgi, anlayış kalmadı… Güneyde, doğup büyüdüğümüz topraklarda bambaşka hayat vardı… Hayat şimdiki gibi değildi. Üretim vardı o yıllarda, mutluyduk. Herkes birbirine ürettiğinden verir, geçinip giderdi.

   İkizim Sıdıka Güneyyeli ile 1949’da Aytottoro’da doğdum. Babamı, Güney’den kuzeye göç ederken kaybettim. Babam ilk evlatlarını, annemi yolladı kuzeye. Kendi en son geldi.  Zor günlerdi, barikatları aşıp geçmek, kışıdı… Şubat ayıydı, babamı bir tırın altına tahta çakıp oraya gizleyerek geçirdiler, açıkta kaldı yol boyu, soğuktan dondu. Zatürre oldu, çok dayanmadı. Üç ay içinde öldü.

   Bense ucuz kurtuldum. 74’te bir gece, köyümüze gelen askerler, tüm erkekleri topladı. Ben de askerdim diye beni aldılar, işkence ettiler. Daha sonra silahların yerlerini göstermezsen, öldüreceğiz diye bir Land Rover bir araca bindirdiler. O’nları Köfünye’ye bir araziye götürdüm, bir çalılığı gösterdim, silahlar orada dedim. Bulamayıncalar, çok öfkelendiler. Yol boyu beni öldürmekle tehdit ettiler. Köye geldiğimizde, İngiliz plakalı bir araçla bindiğim araç çarpıştı. Öfkeli Rum askeri, İngilize çattı bu sefer, ben de araçtan indim. Sağıma soluma baktım, kimse beni fark etmeden kaçıp gittim.”

İstedik, verdiler  

Eşini, ikizi Sıdıka’nın sayesinde tanıyıp, beğendiğini ve ailesine söyleyerek, istetip aldıklarını anlatan Hamza Akbelli, eşiyle iki yıl nişanlı kaldıktan sonra, 1960’ta evlendiklerini dile getirdi.

   “Sıdıka, Kezban’ın teyzesinin oğluyla evliydi. Kezban’ı, beğendim, o da beni beğendi. Evi önüne gider, şarkı söylerdim mahallede, o da kapıya çıkardı. Sıdıka, eniştemlere yardıma gittiğinde ben de giderdim. Kezban hep evdeydi, kardeşlerine bakardı. Arpaya, harnuba, zeytine giderdik… Büyüklerimiz fark etti, Kezban’ın ailesiyle konuştular. İstedik, verdiler”

16 yaşında evlendim

Kezban hanım, Aytotorolu Rahmeli ile Mehmet Mercan’ın 8 evladının en büyüğü, annesinin adeta eli ayağıydı.

   Annesinin teyzesi istemiş, Kezban hanımı annesinden. Henüz 14 yaşındaymış… Aileler münasip görmüş, 16’sında evlenmiş.

   Kezban hanım, gözlerindeki ışıltıyla anlatıyor o yılları, ilk günkü heyecanı yeniden yaşar gibi…

   “Görümcem bize, ben onlara giderdim. Hamza görmüş beğenmiş. Ben de onu beğendim. Ailelerimiz muhabbetliydi. Neredeyse her gece yeme içme olurdu evlerimizde. Şarkılar söyler, hep birlikte eğlenirdik. 1968’de, 14 yaşımda, nişan oldum. Annemi aradı teyzem, bir gün. Rahmeli gel bir şey deycem dedi. Annem gitti. Teyzem, anneme, ‘Ben sizden iki kız aldım, sen de dünürüme bir kız verecen” dedi. Annem babama danıştı, babam bana. Ardından, ortak kararla, annem teyzeme, senden iyisini bulamam verdik gitti dedi.

   Bende isterdim, beğendiydim Hamza’yı. Geldiler istediler, 2 yıl nişanlı kaldık. 2’inci yılın sonunda, 16 yaşında, 5 gece süren düğün yaptık. Evimizin önünde oldu düğünümüz, sokak düğünü, masalar kuruldu, yemeler içmeler. Herkes eğlendi. Şimdilerde sokak düğününü beğenmez kızlar. Evimiz yüksekte tepedeydi. Her şey çok güzeldi”

Gönlümü aldıydı

 “Hamza, dünürcülükten önce gönlümü aldıydı” diye devam ediyor Kezban hanım, karşısında oturan Hamza beye bakarak.

   “Evin sokağına şarkı söyleye söyleyee gelirdi. Ben sesini duyar duymaz ya pencereye ya kapıya çıkardım. Komşular, kimdir ama bu çocuk da gelir deyince annem sessiz kalırdı. Ne zaman dünürcülük oldu, Kezban’ın nişanlısıdır diye cevap verdi. Hamza da hep şarkı söyleye söyleye gelirdi mahalleye. Kendi gelmeden sesi gelirdi. “İndim havuz başına. Bir kız çıktı karşıma. Sevda nedir bilmeydim. O da geldi başıma” deye deye gelirdi.

   Önce nişan, nikah, kına gecesi düğün derken, 47 yıl geçti. İyi kötü. Kavgamız olmadı, çok şükür. 1971’de Derviş’i, 1972’de Rahme’yi, 1977’de Mehmet’i ve 1986’da da Münevver’i aldım kucağıma. Biri 5 diğeri de 8 aylık iki de kaybım oldu. O yıllarda doktor kontrolü yoktu. Çocuklarımın ikisi doğuma yakın karnımda öldüydü. Perişan olmuştum. Evlat acısı bambaşka bir acı. Doğurup, kaynanamın adını koymak isterdim. Münevver’i çok istedim doğsun. Çok şükür. Kaynanam 1911 doğumluydu. Bana çok destek çıktıydı. Bir havlıda uzun yıllar kaldık. Allah rahmet eylesin, tek bir acı sözünü duymadım. Çocuklarımın hepsi yanımda, 9 torunum var. En büyüğü 21, en küçüğü 3 yaşında. 2 tane Hamza’mız, Çisem’imiz, Saim’imiz, Hüseyin’imiz, İzlem’imiz, Mert’imiz, Kezban’ımız ve tekne kazıntısı Artun’umuz var.”

Muhabbeti severik

Hamza dayı, bekarlığında annesinin sağ kolu olduğunu da söylemeden geçmiyor. Ve ekliyor, şimdi de eşinin, kendisinin sağ kolu olduğunu söylüyor.

   Eşinin her zaman yanında olduğunu ifade eden Kezban hanım, “ Hamza benim elim ayağım. Bir zamanlar da ben, annemin eli ayağıydım. Ev benden sorulurdu. Annemin sağ koluydum ben, ikiz kardeşlerim vardı. İkisi aynı anda ağlar, aynı anda düşer, ayni anda acıkırdı. Annem Emir’e ben Osman’a bakardım. Evin büyüğüydüm. Babam, kalk da uyandı çocuğun süt veresin derdi. Şimdi de Hamza bana yardımcı. Evde tek kavgamız torunlar için. Ben torunların emrine amadeyim, ne isterlerse yaparım. Hamza da yorulurum diye sitem eder bazen. Büyükler okuldan arar, nene ne pişirdin diye, her gün bendedirler. Yemeği beğenmezlerse, beğendikleri başka bir şey yaparım. Haftada bir de tüm aile mutlaka toplanırık. O gün ya molohiya-pilav, ya mangal, ya da tartışmasız et dolma, tava ve makarna bulli. Bu arada, Hamza’yla da gezmemizden eksik kalmayık. O nereye ben oraya. Her yıl mutlaka tatil yaparık. Eğlenceyi çok severik, ailemizle muhabbeti de. Görümcem Sıdıka, Hamza’nın ikizi da katılır hep bize. Ailemize çok düşkünük.”