Yarın, sonunda kışın bitip baharın geldiği, gece ve gündüzün eşitlendiği, doğanın canlanmaya ve Toprak Ana’nın yeniden nefes almaya başladığı Nevruz Günü. 3000 yıldan beri Orta Asya’dan Balkanlar’a geniş bir coğrafyada kutlanan “Yeni Gün”, uyanışın ve bereketin bayramıdır. Nevruz'u coşkuyla kutlayan her kültürde büyük bir sofra hazırlamak ve elde ne varsa paylaşmak gelenektir.

Nevruz sofralarının vazgeçilmezleri buğday aşı ve pilavdır. Bunların yanında et yemekleri, kavurmalar, yarma ve çeşitli bakliyatlar ile yapılan tirit benzeri köcler, aşlar, boyanmış yumurtalar, kuruyemişler (yedilevn), tatlılar da sofralarda bulunur; kuru meyvelerle hazırlanan içecekler sunulur. Bazı yörelerde, Nevruz sofrasında “S” harfiyle başlayan yedi çeşit yemek ve yedi çeşit baharat bulunması da âdettendir.

Osmanlı döneminde de Nevruz çok canlı bir şekilde kutlanırdı. Sarayda “Nevruziye” adı verilen macunun hem şekerleme hem şifa niyetine yenmesi âdet olmuştu. Bu macunun yapıldığı arefe gecesine “Ot Gecesi” denir; helvahanede şenlikler eşliğinde 41 çeşit ot karıştırılarak Nevruz macunu pişirilir ve tam geceyarısı bu macunlar herkese tattırılırdı. Sütlü tatlıların ve macunun üzerine, gümüş ve altından incecik bir tabaka konması özellikle Nevruz’da uygulanan çok eski bir âdetti. İşte bu yüzden Evliya Çelebi, 17. yüzyılda Nevruziye’ye “varaklı bahar tatlısı” diyor.

Kaynak: tarihdergi.com