Çocuklar... İnsanın yaşantısında, uğruna her fedakârlığı yapabileceği “varlıklar”ı...

   Acaba öyle mi?

   Her kültürde, bizdeki gibi mi?

   Değil... Akdeniz’de daha çok öyledir... 

   “Evlat”, ölene kadar “evlat”tır bizim kültürümüzde... Hatta bebektir. Nenemin (babaannemin) annesini yetiştim... Önceleri hafiften dementia, sonraları bayağı yitirmişti “bilgisayarı”... Dünya tatlısıydı... 

   Nenem, “koskocaman kadın”dı benim için... Babamın annesiydi ama çok iyi aklımdadır, annesinden gördüğü muamele, öyle koskocaman kadın muamelesi değildi... 

   Bütün dünya bizim gibi değil... Çoğunluk, 16 yaşı bitireni sokağa salıyor, evde kalan oğlundan kızından kira alıyor... (Doğru olan budur ama başka bir yazıya bırakalım diyorum).... 

   Neyse... 

   Bizim nesil; yani 50 yaş grubu (artı eksi beş), çok farklı bir Kıbrıs yaşadı... 

   Savaşların içine doğduk...

   Ve paylaşmak denen olguyu öğrendik... 

   Ve itiraf etmek lazım ki; korkuyla büyüdük... 

   Silah sesleri ile...

   Ölümlerle... 

   Mevzilerin içinde oyunlar oynayarak... 

   Çalışmanın, tembel olmamanın, birbirine sıkıca bağlı olmanın, gerçek arkadaşlığın, insanlığın, insan hayatının değerinin ne olduğunu “yaşayarak” öğrendik.

   Evet, “Vietnam Sendromu” var belki birçoğumuzda... Hani “savaştan – silah sesinden – silahla öldürülmekten” korkmak diye açıklanabilecek bir sendrom... 

   Vietnam’dan dönen Amerikan askerlerine konan bir teşhisti bu... Ama, savaş yaşayan herkeste olduğunu söylüyor uzmanlar... 

   Evet, bundan başka “hastalıklar” da yaşadık; mesela “ganimetçilik”... 

   Ama, asla “tembel” olmadık... (Devletten nemalanan bir grup istisna hariç)...

   Asla “saygısız” olmadık... 

   Asla, “kendime çok güveniyorum” da demedik... Bu, bazen çok büyük zarar verebilir... 

   Şimdiki nesillere gelmek istiyorum... 

   Bu kadar kendimizden bahsettikten sonra, özellikle “milenyum” çocuklarına, yani 2000’lerin hemen öncesinde ve hemen sonrasında doğan, şu andaki 20 – 15 yaşa arası nesle bakmak istiyorum... 

   Nereden mi aklıma geldi?

   Birincisi, bu yaş grubunda kızım ve oğlum var... İkincisi ise Time dergisinin bu konudaki araştırması... Time dergisi bu nesle, “Millennials” diyor... “Millenyum nesli” demek... Bir de “Y Jenerasyonu” deniyor... 

   Time Dergisi’ne göre, “Millennials” yani Milenyum nesli, bizi kurtaracak olan nesil... 

   Bu ayrı bir konu... Çok iyi eğitim alıyor olabilirler... Teknoloji ve bilişim inanılmaz elleri altında... 

   Ama, bu nesil; ciddi anlamda narsist, tembel ve aşırı özgüven sahibi... 

   Time, bu özelliklerin, “korkutucu” olduğunu ve bizim gibi “muhafazakâr” yapılı (Akdeniz) aile tiplerinde ciddi sorunlara sebep olduğuna vurgu yapıyor... 

   Kendi kendine, kendi benliğine hayran (Narsist), her şeyi bildiğine inanan, başkasının fikrine pek saygısı olmayan, tembel bir nesilden “umut” bekleyen Time dergisine doğrusu katılmıyorum... 

   Bu Millenials denen nesil içinden iki tanesi benim çocuklarım... Kendi çocuklarıma güvenmiyorum sonucu çıkmasın... Sadece, kendi neslimle kıyaslıyorum... Elbette haksız olabilirim...

   İçinden çıkmak zor... “Çocuklarımın benim gibi olmalarını istiyorum” diye bir bencillik içinde değilim ama, “evet kendi evlatlarım, çok zeki olabilirler, çok okuyor, öğreniyor, her türlü bilgisayar veya teknolojik yeniliği kolay öğreniyorlar, iki hatta üç dilleri var falan ama narsizm, tembellik, her şeyi bilme duygusu ve saygısızlık beni rahatsız ediyor... Kısacası, Time dergisinin “bizi kurtaracaklar” saptamasına pek katılmıyorum... Paylaşmak istedim... Time dergisi, kapağında bu nesil için hangi başlığı kullandı biliyor musunuz?

   “Ben ben ben”... 

   Bu bile, güvenmemem için bir sebep... Eğitimcilerimize, siyasetimize, herkese görev düşüyor diye düşünmekteyim... Siz de düşünün – tartışalım...   

   Mesela Londra'da durum belki KKTC'ye göre daha farklıdır... Bu konuyu çok iyi düşünmemiz gerektiği inancındayım... Düşünmemiz, tartışmamız ve ona göre eğitime şekil vermemiz...