Kıbrıs Türk Toplumu olarak seçim sonuçlarından heyecan duyuyoruz... Maç sonucu gibi! 

   Ancak bilinç altımızda, seçim sonuçlarının pek fazla değişiklik yaratacağına da pek inanmıyoruz... 

   Neden değişiklik olma ihtimaline pek inanmıyoruz?

   Çünkü, çok iyi biliyoruz ki, hayati değeri olan çok önemli politik kararlar yanında, en basit ihaleler dahi bizim kontrolümüzde değil...  

   Toplumdan edindiğimiz izlenim, Nisan 2015'teki Cumhurbaşkanlığı yarışında ideolojinin yerinin olmadığı yönünde... 

   Şu ana kadar, bir tek BKP siyasi açıklama yaptı ve ideolojik olarak Mustafa Akıncı’ya destek verecekleri “atmosferini” yarattı. Ancak o açıklamada dahi, “sol” bir tavır aslında yok... 

   Sadece “mesaj” var... “Siz sol kenardan alın” mesajı veriliyor... 

   CTP’nin siyasi duruşunun artık “sol” olmadığını, bizzat kendi milletvekilleri dile getiriyor... Londra’daki CTP örgütünün geçtiğimiz günlerde aldığı ve basına da açıkladığı kararlar, partinin resmen sağa kaydığını vurguluyor... 

   Kıbrıs sorununun çözümü konusunda, CTP ile Derviş Eroğlu’nun söylemleri arasında fark kalmadı... 

   İktidara gelen, muhalefetteki şahinliğini, güvercine çeviriyor... Örnek mi?

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki savaş ve sismik araştırma gemileri konusunda, üç yıl önce Başbakan Özkan Yorgancıoğlu ve Dış İşleri Bakanı Özdil Nami’nin tavrı ile şu andaki tavırları ortada...

   Kudret Özersay da kesinlikle farklı değil... Hatta Özersay, çok iyi biliniyor ki, Türkiye’nin Dışişleri Müsteşarı Sinirlioğlu ile birlikte Navtex meselesinin yaratıcılarıdır... 

   Bir tek Mustafa Akıncı’nın biraz farklı duruşu var ama O da, milliyetçi düzene küskün kesimlerden oy beklediğini bence gizlemiyor... 

   KIBRIS Gazetesi'ndeki köşemde de bu konuya değindim; bu noktada, kişisel ilişkiler ile siyasilerin halkla ilişkiler teknikleri öne çıkıyor.

   Kim daha çok kişiyle temas ederse ve kim daha çok kişiyi “kişisel çıkarlar” ya da “kişisel yakınlıklar” noktasında ikna ederse, daha çok oy alacak.

   Bu durumda, kimse inkara kalkmasın, hangi açıdan eleştirirseniz eleştirin ama “Eroğlu” markası beş adım öndedir... 

   Yılların birikimine bağlı bir ilişki ağı kurulmuştur... Küskünler hatta ana avrat küfredenler bile şu anda Derviş Eroğlu’nun yanındadır... Hatta hangi açıdan bakarsanız bakın, “oy vermeyeceğim” demeye çekinen bir “sağ” kitle veya “kütle” söz konusudur... 

   Halkla ilişkiler konusunda önde olan çok avantajlıdır ve hoşunuza gider veya gitmez, toplum öyle görüyor, “Eroğlu” adı bu konuda markadır...


Eleştiri başka hakaret başka!


   Ben bir gazeteciyim... Ama önce insanım... Duygularım, üzüntülerim, kaygılarım falan da var anlayacağınız...

   Gazeteciliğin “siyasi” olanından da yapıyorum; kısacası köşe yazıyorum, yorum kaleme alıyorum... 

   Gördüklerimi ve düşündüklerimi, harmanlayıp - yorumlayıp yazıyorum... Yazdığım yazılarda kişileri hedef almam – almamaya özen gösteririm. Fazla vaktim de olmadığından, bir köşe yazısına en fazla 20 – 25 dakika ayırabiliyorum. 

   Genelde eleştirilmekten büyük keyif alırım... Ama eleştirenin kim olduğuna da bakarım... Yazdıklarımın eleştirilmesinden hiç gocunmasam da, yazdıklarım nedeniyle hakarete uğramayı sevmem. 

   “Seçim sonucunu ‘halkla ilişkiler’ belirleyecek” dedim diye ciddi hakaret edenler oldu... 

   Bazı saptamalarımı aktarmaya çalışıyorum, bunlar; sokaklarda, köylerde görüştüğüm insanların bazılarının görüşlerinden derlediğim saptamalardır.... Onları paylaşıyorum bazı yazılarımda... 

    “... Toplum olarak, seçim sonuçlarının pek fazla değişiklik yaratacağına inanmıyoruz” diyorum... Yukarıda da bahsettim... 

    Gerçekten insanların büyük çoğunluğunun böyle düşündüğü görüşündeyim... Yanılıyor olabilir miyim? Elbette olabilirim...  

    “... Hayati değeri olan çok önemli politik karar yanında, en basit ihaleler dahi bizim kontrolümüzde olmayacak... Örneğin Türkiye’den gelen suyu veya müzakerelerin gidişatını biz kontrol etmeyeceğiz, etmedik, edemeyiz, edecek olan da yok” dedim... 

   Yanılıyor olabilir miyim? Elbette; neden olmayayım ki!  

   “... Bu yarışta ideolojinin yerinin olmadığını” da söyledim... Bir tek Mustafa Akıncı’nın farklı durduğunu belirttim ama O’nda da “sol” değerlerin derecesini dolaylı da olsa eleştirdim... 

   Yanılıyor olabilir miyim? Elbette...  

   “... CTP’nin siyasi duruşunun artık “sol” olmadığını, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda, CTP ile Derviş Eroğlu’nun söylemleri arasında fark gören, bana da bildirsin lütfen” dedim... 

    Yanılıyor olabilir miyim? Elbette...  

    “... Kudret Özersay da kesinlikle farklı değil” diye yazdım... Ve yine ekledim, “... Bir tek Mustafa Akıncı’nın biraz farklı duruşu var ama O da, milliyetçi olup düzene küskün kesimlerden oy beklediğini bence gizlemiyor; o tarafa da nabız şerbeti aktarıyor...” diye yorumladım... 

   Ve bir kez daha ekledim:

   “... Bu noktada, kişisel ilişkiler ile siyasilerin halkla ilişkiler teknikleri öne çıkıyor. Kim daha çok kişiyle temas ederse ve kim daha çok kişiyi “kişisel çıkarlar” ya da “kişisel yakınlıklar” noktasında ikna ederse, daha çok oy alacak. Bu durumda, kimse inkara kalkmasın, hangi açıdan eleştirirseniz eleştirin ama “Eroğlu” markası beş adım öndedir...”

   Yanılıyor olabilir miyim? Neden olmayayım? Olabilirim... İddialı değilim. Bunlar, bir kamuoyu araştırması sonucu değil... Gözlemlerim... Ve yanılma payı çoook yüksek... 

   Halkla ilişkiler konusunda önde olan çok avantajlıdır ve hoşunuza gider veya gitmez, toplum öyle görüyor, “Eroğlu” adı bu konuda markadır...” diyorum...

   Yanılıyor olabilir miyim? Evet; olabilirim...

   Bu yazıda paylaştıklarım, siyasi görüşlerim değildir; gözlemlerimdir.

   Siyasi görüşüm mü? (Facebook sayfamda bile açıkça yazılıdır...) 

   Tek hayalim, ülkemde siyasi çözüm olması ve AKEL’e oy verebilmektir...

   Çok iyi bir komünist olmak, hayattaki belki de tek hedefimdir; benim için en değerli kariyer budur... Gerisiyle uğraşmam... Gözlemlerimle düşüncelerimi karıştıranlaradır mesajım... 



Kime oy vereceğim?


   "Halkla ilişkilerin seçim sonucunu belirleyeceği" iddiasını savunuyorum.

   Gözlemlerim sonucu yaptığım değerlendirmeyle, siyasi düşüncelerimi karıştıranlar oluyor... 

   Gözlemlerim başka, siyasi düşüncelerim başka... 

   Ne mi düşünüyorum?

   Neler mi istiyorum?

   Kime mi oy vereceğim?

   Bir kere; "Kıbrıs'ta iki bölgeli, iki toplumlu, iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı federal çözümü" destekliyorum.

   Ancak bu çözüm modelini, "en ulaşılabilir uzlaşı modeli" olarak gördüğüm için desteklerim.

   Kafamdaki "hayal" veya "asıl hedef"; tüm yabancı ve yerli militer güçlerden arındırılmış, tam bağımsız, Sosyalist Kıbrıs Cumhuriyeti'dir... (CTP'yi de hala o noktada hayal ederim)

   Din, dil, ırk ayrımı benden çok uzaktır.

   Etnik temele dayalı yüzdelik hesaplarıyla yönetilmeyen bir devlet düşünürüm...

   Kişilerin etnik gelenek veya benzeri farklılıklarını rahatlıkla yaşayabildiği ama siyasette etnik ayrılığın olmayacağı; politik partilerin "Türk" veya "Elen" değil, siyasi çizgilerine göre ayrıldığı bir sistemle yönetilen ülkeyi hayal ederim... 

   Ve vergi adaletinin bulunduğu...

   Ve sosyal adaletin tartışılmadığı...

   Ve gelir dağılımının insanca olduğu...

   Barınma, eğitim, çalışma hakkının devlet tarafından sağlandığı... 

   Ve garantiye alındığı...

   Kumarhane ve kerhanelerin olmadığı... 

   "Özgür ile köle" ve "ezen ile ezilenin" asla görülmeyeceği...

   Savaş silahlarının olmayacağı; yoksul Kıbrıslıların kışkırtılarak birbirilerini asla bir daha vurmayacağı bir düzen var aklımda... (Bu arada not düşeyim; Kıbrıs'ta yüzlerce şehit ve kayıp var ama aralarında Türk veya Rum zengin ailelerden tek kişi yok, biliyor muydunuz? Zenginler, savaş çıktığında İngiltere'ye sığınıyor; farkında mıydınız? Neyse!)

   İşçinin; sırf sermayeyi artırmak için çalışmayacağı; asgari ücretin en adil noktada kazanılacağı bir iş yaşamı bekliyorum... 

   Kimsenin toplumsal ürünleri mülk edinme gücünün elinden alınmayacağı ama o mülkiyet yoluyla başkasının emeğini boyunduruğa sokma gücünün de olmayacağı bir düzeni hasretle hayal ediyorum...


***

   Devam edelim...

   "Vatan ve millet" kavramlarının olmayacağı bir dünya da hayal etmekteyim ayrıca... 

   Kimsenin hakkının ihlal edilmeyeceği bir noktada; ekmeğin kazanıldığı, emeğin adil ücretle karşılığını gördüğü coğrafya, vatanımdır... İlla ki bu vatanın Kıbrıs olmasına gerek yoktur... 

   Ama, Kıbrıs'ta yaşayan tüm emekçilerin ve tüm emek düşmanı olmayanların buraya tutkuyla sarılması gerektiğine de inanıyorum... 

   Seversek yaşadığımız yeri; daha çok sahiplenir ve koruruz diye düşünüyorum.

   Seversek, doğayı kirletmeyiz...

   Kimseye borcumuz ve diyetimiz olmamalıdır... Kimseden, yarım kaşık su dahi istememeliyiz... 

   Kimseden medet ummamalıyız... Borç, diyet, su, medet ummak bağımlılıktır.

   Bağımlılık, geleceğin belirsizliği ve insanlığımızın, onurumuzun pazarlık konusu yapılması demektir.

   

***

   Ve devamla; gerekirse; toprak mülkiyeti kamulaştırılacak... Çok kazanandan, yüksek oranlı vergi alınacak. Miras hakkı çok aptalca geliyor; lağvedilecek... Taşımacılık kesinlikle devletleştirilecek... Lüks araç satışı - her türlü lüks harcama en yüksek vergiye tabi olacak... 

   Tarım, turizm, hayvancılık ve üniversitelerin koordinasyonu için özel bir bakanlık oluşturulacak... 

   Tüm çocuklar için parasız eğitim sağlanacak... 

   Ütopyamdır... 

   Korkmanıza gerek yok... 

   Gerçekleşir mi? Şu anda "imkânsız"... "Dua!!!" ediyoruz; belki olur... 

   Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kime mi oy vereceğim?

  " Bu saydıklarımın bir tekine dahi programında yer verene"...