WTM... World Travel Market... Dünya Seyahat Pazarı... Veya biz ona ne diyoruz; “Dünya Turizm Fuarı”...

   Adı neyse, işte o fuar, Londra’da Kasım ayı içinde gerçekleştirildi... Bu yazı, fuar başladığı günden bir gün önce kaleme alındı.

   KKTC’nin şahane bir yer hazırladığı, göz kamaştırıcı bir ilgi çekicilik sağladığı bilgisi geldi.

   Çok önemli ve çok önem verilmesi gereken bir olay.

   Kıbrıs müzakerelerinin sonucu ne olursa olsun, turizm, Kıbrıs Türk ekonomisi için her zamanki gibi çok önemli ve çok değerlidir.

   Bundan önceki bakanlar veya bundan önceki yetkililer ilgilenmiyordu, yapmıyordu, yetersizdi demenin bir anlamı yok... ancak, yiğidi öldürüp, hakkını vermek zorundasınız ki, hangi partiden, hangi siyasi görüşten olursa olsun, Fikri Ataoğlu, yani şimdiki bakan, olayın üzerine inanılmaz bir yoğunlukla gidiyor.

   Durmuyor, oturmuyor, dinlenmiyor...

   “Daha çok reklam, daha çok tanıtım” konusundan taviz vermiyor ve kaynak yaratmak için de adeta çalmadık kapı bırakmıyor.

   Umarım, meyvelerini görürüz ve toplarız.

   Kim ne isterse söylesin, çeşitli “negatif” faktörlere, örneğin doğrudan uçuş eksikliğine rağmen, huzurlu, güneşli ve bol tarihi eserli bir ülkemiz var.

   Ve kesinlikle çok şahane tesislerimiz söz konusu.

   Belki servis kalitesini eleştirenler olabilir, belki çevre kirliliğini öne çıkaranlar da olabilir ki bunu sık sık ben de yapıyorum ama turizm için ideal bir coğrafyamız söz konusu.

   Bunu, çok iyi kullanmak kaçınılmaz.

   İşte WTM ya da Dünya Turizm Fuarı, “çok iyi kullanma” noktalarımızdan biri.

   Bu gibi fuarlara asılacağız.

   En güzel ve en güler yüzlerimizi oraya taşıyacağız.

   Çok iyi yabancı dil bilen elemanlarla, en iyi şekilde ve baştan savma olmayan programlarla bu işi ciddiye alacağız.

   Folklorcülerimizi götürelim, iki kemane çaldıralım, oh oh ne güzel, bizi etkinlikte görsünlerle uğraşmayacağız.

   Daha profesyonel, daha ikna edici ve daha çekici formüllerle olayı değerlendirmek zorundayız.

   15 yıl İngiltere’de kaldım. Bu fuara 15 yıl gittim. Hep aynı kravatlı ceketli insanlarla olmuyor.

   Hep aynı bıyıklı abilerle olmuyor.

   Hep aynı folklor gösterileri ile de olmuyor.

   Üç beş hellim, bir kaç üzüm sucuğu ve beş altı ıslanmış bademle hiç olmuyor.

   Dev tur operatörlerini ikna edebiliyor musunuz?

   Siyasi çözümsüzlüğün artık canımıza tak ettiğini anlatabiliyor musunuz?

   Kısacası, can alıcı anlaşmalar, ortalığı darmadağın edebilecek sözleşmeler yapabiliyor musunuz?

  Yoksa, dostlar alış verişte görsün mü?

   Lütfen, yapın bir şeyler...

   Ve lütfen, illa ki koyu renk takım elbiseler, kalın çerçeveli gözlükler, kalın bıyıklarla değil; daha canlı, daha sevecen, daha çekici görüntüler ve sohbetlerle orada olun...

   Boş dönmeyin lütfen!

   Ya da bir daha gitmeyin!

  

-*-*-

 

   Neler mi yapılabilir?

   Elli defa söylediğim inancındayım, megalomanlık gibi olmasın ama mesela İngilizlere, Arslan yürekli Richard’ı, kız kardeşi Joan’ı, nişanlısı Berengaria’yı anlatın... Hatta “eşcinsel olduğu iddiaları” var; bilemem, yapın bir şeyler...

   Maraş’ı da satın... Açın, insanları bu hayalet kente sokmayı ve gezdirmeyi; oralardan bazı hediyelik taşlar, kalıntılar vermeyi falan düşünün...

   Güneş, kum, deniz değil sadece...

   Kaliteyi sunun; yanına isterseniz eğlencenin dik alasının yaşandığı gece kulüplerimizden söz edin. Ne bileyim, düşünün, düşünün, düşünün!

   Sakın boş dönmeyin!