Misli KADIOĞLU


Düğün, sünnet, asker, aile, savaş, kaçış, zafer… Mutluluk ve acı… Kıbrıs’ın tarihsel sürecinin en yakın tanığı, en unutulmaz anların fotoğrafçısı Lefkoşa’nın yaşayan tarihi Foto Şık olarak bilinen Mehmet Şık’la garutsaların  (at arabası) olduğu, develerle yollara düşüldüğü, tüm köylerden akın akın insanların her gün Lefkoşa’yı ziyaret ettiği, başka kokan, muhabbet olan zamanlara nostaljik bir yolculuk…


Londra’daki Kıbrıslı Türkler’e bir de mesaj bırakıyor bizim aracılığımızla Mehmet Şık. “Bizi yalnız bıraktınız. Biz burda 5-10 kişi kaldık” diyor.
Londra’daki Kıbrıslı Türklere sevgisini göndererek, onları ziyaretine çağırıyor. “Beni tanıyan Londra’daki Türkleri özlerim. Sizleri unutmadım. Özlerim…” diyor.


“Zil çocuklar için” diyor. Ve sallıyor elindeki zili, adeta fotoğrafımızı kendisi çekecekmişçesine…Bir de en zor olan yılların fotoğrafçısını fotoğraflamak oluyor doğal olarak. Çektiğimiz fotoğraflara bakıyor. “ Bu oldu, bu olmadı. Bunu bu açıdan çekmeliydin…Bu güzel.”


Misli Kadıoğlu

Bir ülkenin eski yüzü ve tarihsel gelişimi fotoğraflarda gizlidir. Nostaljik fotoğraflarsa bu sürecin en önemli kanıtı… Selimiye Cami yakınlarında bulunan “Foto Şık”’ın sahibi Mehmet Şık 1950’li yılların başından bu yana Kıbrıs’ın tarihsel sürecinin en önemli tanıklarından. Mehmet Şık, 22 Aralık 1928 Çukurova doğumlu… Yani diğer bilinen ismiyle Kurumanastırlı. 1953 yılından bu yana yani, tam 61 yıldır aynı dükkanda... Bir zamanlar adanın birçok yerinden insanların en özel anlarını ölümsüzleştirdi Mehmet Şık. Onu özellikle biraz eskilerden bilmeyen yok. Şimdi 86 yaşındaki Mehmet Şık’ın dükkanına bir ziyaret gerçekleştiriyoruz. Onun yaşam öyküsü, anıları ve Kıbrıs’ın eski günlerini dinliyoruz… Garutsaların  (at arabası) olduğu, develerle yollara düşüldüğü, düğünlerin günlerce sürdüğü, tüm köylerden akın akın insanların her gün Lefkoşa’yı ziyaret ettiği, başka kokan, muhabbet olan zamanlara nostaljik bir yolculuk gerçekleştiriyoruz.


“Nostaljik olduk”

Küçük, eski fotoğraflar, kitaplar ve eşyaların yer aldığı buram buram tarih kokan dükkanına girip hatırını sorduğumuz Mehmet Şık, yalnızlıktan yakınıyor söze başlarken. “Nostaljik olduk” diyor… Eski kalabalık, canlı günlerin özlemiyle...
“Mağusa Kapısı’ndan, Karpaz’dan, dört bir yandan köylerden insanlar bu cadde kullanırdı bir zamanlar…Posta’ya, dairelere, alışverişe gelirdi. Vesikalık, hatıra fotoğrafları çektirirlerdi. Çok güzel işlerdim” diyor.
Çukurova’da ilkokulu bitirdikten sonra, köyündeki kahveci “Git Lefkoşa’ya sanat öğren, elinde altın bilezik olsun” demiş, 13 yaşında daha küçük bir çocukken gelmiş Lefkoşa’ya Mehmet Şık. O dönemlerde medreseler varmış, eski Türkçe derslerin verildiği bu yerlerde sığınmış ilk başlarda, daha sonra kunduracılık yapmaya başlamış.


“Sinemalarda artistlerin fotoğraflarını satardım”

“Sinemalarda, Türkçe filmler oynardı. Foto Diana’nın yanına girdim. Kovboylar, Tarzanları oynatırlardı sinemalarda. Sinemalarda şarkılarımı, fotoğraflarımı satardım. İngiliz artistlerin fotoğraflarını…” diye anlatıyor. 1952 yılında ise kendi fotoğraf dükkanını açtığını söylüyor.


Londra’daki Türklere Mesaj: “Bizi yalnız bıraktınız”

Mehmet Şık, “O dönemler, soylu insanlar vardı. Köklü köklü insanlar Londra’ya gittiler” diyor. Şu anda İngiltere’de çok Kıbrıslı Türk’ün olduğunu, söylemeden geçmiyor. Ve, eskilerden bahsederken, şimdiye de yönelik konuşarak, Kıbrıs’taki Kıbrıslıların sayısının çok azaldığından yakınıyor. Londra’daki televizyon programlarını da yakından takip ediyormuş Mehmet Şık, Londra’daki Kıbrıslı Türkler’e bir de mesaj bırakıyor bizim aracılığımızla… “Bizi yalnız bıraktınız. Biz burda 5-10 kişi kaldık” diyor.


Ada içindeki asker fotoğrafları…

Mehmet Şık’ın bu mesajının ardından, işiyle ilgili konuları konuşmaya devam ediyoruz. 1960 Zürih Anlaşması olduğu dönemlere bir yolculuğa çıkıyoruz… O dönemler Türk askerinin ada içerisindeki fotoğrafları rağbet görmüş. Türkiye’de her evde bu fotoğrafların olduğunu anlatıyor Mehmet Şık. EOKA başladığında da İngiltere’ye gidecekler vesikalıklarını kendisinde çektiriyorlarmış. İngiltere konusu açıldığında, masasının üzerinden aldığı kağıdını çıkarıp aldığı küçük notu okuyor bizlere Mehmet Şık, Londra’daki Kıbrıslı Türklere sevgisini göndererek, onları ziyaretine çağırıyor. “Beni tanıyan Londra’daki Türkleri özlerim. Sizleri unutmadım. Özlerim…” diyor.


“Belgeseller çektik”

Şimdilerde televizyoncular ziyaretine gidiyormuş Mehmet Şık’ın. Belgesel çektiklerini söylüyor. Mehmet Şık, “Yerli belgesel çektik. Fransa, Almanya ve Güney Kıbrıs’a belgesel yaptım. Üniversitelerden araştırmacılar geliyor. Onlara Kıbrıs kültürüyle ilgili bilgiler veririm. Manzaralar, eski düğünler, sünnetler, gelin başları…” diye devam ediyor anlatmaya…



Gelin ve damatların fotoğrafçısı…

Gelin başlarından söz açılmışken, biraz da eski düğünlerden konuşuyoruz. “Gelin onarıcıları gelirdi. Gelin başları daha güzeldi. Hatta ‘yenge’ ilk geceyi nasıl geçireceklerini tarif ederdi gelin ve damada. İlk gece palaz pişirilir yenirdi muhabbet olsun diye. Eskiden 2-4 gün bir hafta düğün olurdu. Yemekler yenirdi. Şimdi bunlar yok” diyor…Gülüşüyoruz.


Eski Lefkoşa’da garutsa sesleri

Mehmet Şık’la sohbet etmek ve eski Lefkoşa’yı ondan dinlemek olmazdı. O günlerden bahsediyoruz biraz da. “Eski Lefkoşa’dan geçerken bir koku vardı. Kebap kokusu, ciğer kokusu…Sadi dayı, Hüseyin Rüzgar vardı. Şimdi o koku yok. Bidon kokusu, eksoz kokusu var. Bir de o dönemler garutsalar (at arabaları) vardı. Çarşı belenmesin diye beygirlerin altına torba koyarlardı. İngiliz idaresi dönemleri. Çarşı saat 15:00’de sulanırdı. Meşur İrfan Bey vardı bir zamanlar. Moranyan’da çiftlik sahibiydi. Garutsası vardı gideceği yere onunla giderdi. Çok zengindi”.


Tren ve develer…

Daha sonra eski Karpaz Yolu’ndan arpa, buğday, saman yükletilen develerle Lefkoşa’ya gelindiğini bunun 1930’lu yıllara tekabül ettiğini, Mağusa’dan kalkan, arkasında odalar bulunan ve istasyonlardan yolcu alan  şümendeferi (tren) ondan öğreniyoruz. “Şümendefer kömür ve suyla çalışırdı. Bir kolu vardı. Taka tuku taka tuku gider, istasyonlarda dururdu. İstasyonlara geldiğinde, düüüüüt der haber verirdi. Çok defa bindim geldim.” diyor Mehmet Şık. Onun anlatımıyla adeta o günler bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor.
Ve daha sonra bir de anısı geliyor aklına. Bir gün tren doluymuş. Yumurta, ekmek, zeytini bir sepetin içerisine koymuş…Sonra trenden sepeti düşürmüş. Sepeti almak için trenden atlamış. İkindiye kadar orada beklemek zorunda kalmış…


Fotoğrafçıyı fotoğraf çekmek!

Eski fotoğraf albümlerini çıkarıyor bizlere gururla, çektiği fotoğrafları anlatıyor. Hikayelerinden bahsediyor. Kitaplar, paralar, plaklar, mektup zarfları koleksiyonu yaptığını anlatıyor. Küçük atölyesini dolaşıyoruz. Halen daha çalışır durumda olan 1955’te satın aldığı, fotoğraf makinesini gösteriyor bize. Eline zilini alıyor ve sarılıyor makineye. “Zil çocuklar için” diyor. Ve sallıyor elindeki zili, adeta fotoğrafımızı kendisi çekecekmişçesine…Bir de en zor olan yılların fotoğrafçısını fotoğraf lamak oluyor doğal olarak. Çektiğimiz fotoğraflara bakıyor. “ Bu oldu, bu olmadı. Bu bu açıdan çekmeliydin…”.


Kitaplara sığmaz hikayeler…

Aslında sohbet bitmiyor Mehmet Şık’la…Ondan dinleyeceğimiz, onun da anlatacağı çok şey var. Biriktirdiği bir arşiv niteliğindeki fotoğraflar, her birinin birer öyküsü. 1963 yıllarında kaçış ve göçlerin fotoğrafları. Türk askerinin zafer fotoğrafları. Kendisini ziyaret eden ve fotoğraf çektiren, liderlerden sanatçılara ünlü simalar. O da anlatmaktan biz de dinlemekten yorulmuyoruz. “Her sayıda bir hikaye koyacan. Hepsini yazma. İnsanlar merak etsin okusunlar.” diyor o da. Aslında, kitaplara sığmaz hikayeler, dolu dolu bir yaşam öyküsü ve tarihe şahitlik onun yaşamı. Mehmet Şık, yılların fotoğraf sanatçısı. Şimdilerde, saat 10:00-12:00 saatlerinde halen dükkanında oturup bir tanıdık sima, bir merhaba bekliyor. Biz de ona uzun sağlıklı ömürler ve bizlerle paylaştığı bu anlamlı öykü için teşekkür ediyoruz.