Güney göçmeni Hüseyin Sencar ve eşi Hayriye hanım, Yeniboğaziçi’ndeki evlerinde hayatlarının ikinci baharını yaşıyor… 78 yaşındaki Hüseyin Sencar, akrabalarının tavsiyesiyle evlendiği eşi Hayriye hanımla tam 57 yıldır ayni yastığa baş koyuyor…  

   Güney göçmeni Hüseyin Sencar ve eşi Hayriye hanım, Yeniboğaziçi’ndeki evlerinin kapılarını bizlere açtı… 

   ‘Ne o bensiz, ne ben onsuz yaşarım’ diyor her ikisi de…

   Hayatlarının ikinci baharını yaşadıkları evlerinde, hemen hemen her işi birlikte yapıyor.

   Kıbrıs Türk Elektirik Kurumu’ndan emekli 78 yaşındaki Hüseyin Sencar, akrabalarının tavsiyesiyle evlendiği eşi Hayriye hanımla tam 57 yıl ayni yastığa baş koyuyor.

   Zor şartlarda 5 oğlan evlat yetiştirmiş, tümünü okutup teker teker evlendirmiş. Yaşadıkları zorlukları, çocuklarının çocuklarını, torunlarını kucaklarına aldıklarında unutuyorlar…

   Her ikisi de, “7 torunum var” diyor gururla…

 

“Gördüm, beğendim, aldım”

 

   Birlikte ağlayıp, birlikte güldüğü Hayriye hanımdan söz ederken, gök mavisi gözleri parlıyor Hüseyin Sencar’ın…

   Yüzündeki tebessümle, gözleri de gülüyor ve  “Hayriye hanım ailenin direktörü, benim de sağ kolumdur” diyerek başlıyor anlatmaya…

   “1936 doğumluyum, Hayriye de 1939… Ben Anglisiya’da , Hayriye de Aytottoro’da yaşardı. Ailesi varlıklıydı. Birbirimizi bilirdik. Hısımlarım tavsiye etti. Gördüm, beğendim, aldım. Görücü usulü. Amcası hem de gen ablası tavsiye ettiydi, onlar da, benim birinci yeğenimdi.

   Bir gece kaynatam, bize misafirliğe geldi. Hayriye yoktu. Her şey hazırdı, uydu kaynatam geldi köye konuşmak için… Biraz da hısımlıkları vardı babamla… Oturduk yedik içtik. Kaynatam, babama dedi, ‘Bilin ya neçin geldik, bu işi bitirmek için geldik’. ‘Tamam’ dedi rahmetli babam, ‘müstakbel damadın orada konuşun’. Babası bilirdi, tanırdı beni…  Anlaştık. O gece nişan gününe karar verildi. Önce nişan sonra nikah yaptık. 57 yıldır geçinip giderik. Allah onu başımdan eksik etmesin. 5 çocuğumuz, 7 torunumuz var.”

 

“Baba sözünden çıkmazdık”

 

   Hayriye hanıma soruyoruz bu kez, “Nasıl tanıştınız?” diye… Anlatıyor, heyecanla…

    Kelimeler hızlı hızlı çıkıyor ağzından, “ Baba sözünden çıkmazdık biz. Anglisiya’da bir düğün vardı, ben evde kaldıydım. Babamlar, Hüseyinlerin evine misafir gittiler… Nikahı da kıyıp geldiler. Çıkmazdık ya sözlerinden babalarımızın, annelerimizin biz. Utanırdık! Şimdiki gibi değil, o şu gendileri bulur da, çat, üç günde bozarlar.

   Babam geldi eve, dedi, ‘Bitirik bu işi’ Ne yapacaydım? Sindik. Ya babama, ya anneme, ya da kardeşime bir şey söyleyceydim? O’nlar ne karar verdiyse, uyardık. Zaten, Hüseyin, yengelerimin akrabasıydı. 20 yaşındaydım. O geceden, 14 ay sonra, 25 Aralık 1960’da evlendik. Gelinliğimi, gaynım getirdiydi Londra’dan. Düğünümüz bir hafta sürdüydü. Esgiden, Pazartesi gecesi kız evinde yatakları sererlerdi, yorganları kaplarlardı, kızın iç eşyaları sergilenirdi. Ertesi gün, çeyiz, oğlan evine giderdi. Çarşamba günü, hamam günüydü. Perşembe kına gecesi. Cuma da düğün.”

 

Göç yolu zorluydu

 

   Babası bakkal ve hayvan üreticisi olan Hüseyin Sencar eşiyle birlikte, 3 yıl Anglisiya’da kaldıktan sonra, Mennoya’ya taşındı.

   İki yıl sonra, ilk göz ağrısı Osman’ı ardından  1964’te Cengiz’i, 1967’de Hasan’ı, 1970’de Soner’i,  1973’te  de Mehmet’i kucaklarına aldılar.

   1974’te Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasında çıkan çatışmalar nedeniyle, eşi ve çocuklarıyla kuzeye göç etti.

   “Malımızı bırakıp geldik” diyen Hayriye hanımın gözleri doluyor. “Hatırlamak dahi istemiyorum o günleri, çok zorluklar çektik, çok. İçim yanar” diyor ve şu sözler dökülüyor dudaklarından:

   “Üç yıllık evliydim, göç etmek zorunda kaldım. O gün, çamaşır yıkadıydım. Davarımız havlıdaydı. Hüseyin’in hayvanları vardı, biraz da eker biçer, geçinirdik. Babam varlıklıydı benim, her şeyimiz vardı. Komşular terek teker kaçıyordu. Biz de kaçalım dedik. Önce, Geçitkale’ye gittik. Mehmet’im 10 aylıktı. Yanıma süt ve bez aldım, çıktık yola. Geçitkale’de, bir akrabamızın yanına gittik. Bir evde 30 kişi kaldık. Sonra Hüseyin’e ‘Köye gelin’ diye haber geldi,  daha sonra köyümüze döndük. Bir süre sonra, yeniden kaçmaya karar verdik. 25 Aralık’tı çıktık yola. Bir kamyon içine 81 kişi bindik, üzerimizde naylon branda. Para verdik de geldik. Mallarımızı bıraktık hep. Çok zorlu yolculuktu. Çocuklarım dizi dibimde, çömeli oturuyordu. Her saat başı, başlarını ellerdim, yaşarmılar diye. Paramız yoktu. Ekmeğimiz yoktu. Bir çift çorabı, 5 ay  yıkayıp yıkayıp giydim.”

 

Türk bayrağını görünce hüngür hüngür sevinçten ağladık

 

   “Hüseyin Sencar, göç yolundaki zorlukların izlerini hala üzerinde taşırcasına, katılıyor söze ve “ Türk bayrağını görünce hüngür hüngür sevinçten ağladık. Kamyonda, Pile yokuşunu çıktığımız an,  geçtik dedim. O an kamyondak, insanların,  heyecanı görmen lazımdı. Öyle bir şey ki, idama götürürler seni ve bir an gelir derler sana vazgeçtik asmayacağız. Öyle bir sevinç. Günlerce, korkuyla beklemiştik kuzeye gelmeyi. Geldik, burayı da bulduk boş. Biraz verdiler, biraz satın aldık. Yavaş yavaş kurduk evimizi. Bir arkadaş vasıtasıyla, Elektrik Kurumu’na girdim. Oradan da emekli oldum. Evimizi düzdük. Çocukları okula yazdırdık, okuttuk. Biri makine mühendisi, 2’si polis, biri marangoz diğeri de inşaat teknikeri oldu.”

 

Sorunu baştan çözeceksin

 

   Eşiyle arasında hiç anlaşmazlık olmadığını ifade eden Hüseyin Sencar, işin sırrının saygı olduğunu anlatıyor.

   Bu arada Hayriye hanım, kahve yapmak için mutfağa gidiyor. “Sorun varsa, baştan çözülmeli” diye nasihat ediyor Hüseyin Sencar  ve bakın neler söylüyor:

   “Hiçbir zaman aramızda anlaşmazlık olmadı. Çocuklarımızı büyütüp evlendirdik. Aramızda ayrıcalık  gayrıcalık da olmadı. Anlayış vardı. Hayriye, çeşit zorluklara katlandı, sesi çıkmadı. Tartışmasız hayat olmaz. Maksat o tartışmayı iyiye bağlamaktır. Bir yanlışlık varsa, o yanlışlık kangrene dönüşmeden çözümlenmeli. Aksi halde, büyür kangrene döner. Ayrılığa kadar gider.”

 

O hasta olacağına ben olayım

 

   Eşinin en çok yaptığı gatmeri sevdiğini söyleyen Hayriye hanım, akşama karnı yarık pişireceğini söylüyor satır arasında…

   Yaşı itibarıyla rahatsız olan Hüseyin beyin, artık her istediğini yiyemediğini de ekliyor sözlerine…

   Kabak dışında her şeyi çok sever diyerek, devam ediyor anlatmaya Hayriye hanım:

   Sevgi dolu gözlerle eşine bakıp, “Allah başımdan eksik etmesin. Bütün gün beraberiz. O hasta olacağına ben olayım. Hep beraberiz. Bahçe sulanacaksa beraber yaparız. O sular ben hortumuz düzeltirim. Yaptığım hellime, bittaya, çöreğe bayılır. En çok da gatmeri sever.”