Karl M. Yorgancı

Akdeniz ikliminin yaşandığı Kıbrıs’ta kış aylarının ortasında güneşli günler içimizi ısıtır. Bu nedenle birçokları hafta sonlarını ailesiyle birlikte doğada geçirir. 7’den 70’e herkesin keyif aldığı bu zamanlarda çocuklar oyunlar oynayıp doyasıya eğlenirken, anne ve babalar, bilhassa büyükanne ve dedeler doğanın nimetlerinden yararlanmaya çalışırlar.
Ter temiz hava solunur, spor yapılır ve nesilden nesile bilgiler aktarılır.
Kimileri de doğada “ayrelli” ararken, kimileri de “mantar”,  “yaban ıspanağı”, “gömeç”, “hostes”, “lapsana”, “yumurta otu”, “yaban pırasası”, “gavulya” veya turşu için “kazayağı” arar. Eğer kısa bir süre önce yağmur yağmışsa olay değişir ve “garavolli” arayışına geçilir.  
Demlendiğinde mis gibi bir koku yayan ve faydalarıyla bilinen “adaçayı” ve yaprağı gibi,  çiceği ve meyvesi de kullanılan, turşusu sevilerek yenilen “gabbar” toplamak da doğa ile aşina olmayı gerektirir.
Toplanılan nimetler, ailelerin beslenme kültürüne etki ederken onların sağlıklı ve organik beslenmelerine de yardımcı olur.
Doğanın bize hediye ettiği besinlerden yanı sıra lale, tavşankulağı, buğday çiçeği ve papatya gibi kır çiçekleri de toplanılır.   
Bu günlerde anayol kavşaklarında ellerinde doğal nimetlerimizi satan insanları görüyoruz.  Bu tür bitkileri eskiden ihtiyacından fazla toplayan insanların akraba, dost veya komşulara hediye olarak verdiği anlatılır.  Hiç kuşkusuz, ticarileşme doğaya gerekli özeni göstermeden yapılırsa kaçınılmaz ve telafi edilemez zararlar verir. Bazı nimetlerimizi kesip satmak yasaklanmıştır veya yasaklanmalıdır. Ancak çevreye sevgi ve saygıyla yaklaşma ile güzel doğamızla işbirliği alışkanlıklarımızı kaybetmezsek ruhlarımız sakinleşmeye ve huzur bulmaya devam edecektir.
Doğaya hak ettiği saygıyı gösterdiğimiz takdirde gerek hafızalarımızda, gerekse albüm veya telefonlarımızda fotoğraflar halinde bulunan güzel anılarımıza en az onlar kadar güzel anılar ekleyeceğimizden eminim.