Birçok konuda olduğu gibi ‘IRKÇILIK’ konusunda da kafamız karışık, hem de karmakarışık. Bir söylediğimiz öbür söylediğimizi tutmuyor. Irkçı olmadığımızı iddia ederken, bunu kanıtlamak için öne sürdüğümüz düşünce veya ortaya koyduğumuz örnekler bizi ele veriyor, içimizde ‘bastırılı kalmış’ ırkçılığımız su yüzüne çıkıyor.

Irkçı olmadığımızı iddia etmekle ırkçı olmadığımız kanıtlanmaz bir kere. Tavır ve söylemlerimizle ırkçı olmadığımızı gösterebilmeliyiz. Irkçılık aynı zamanda, günümüz dünyasında üzerinde daha bir hassasiyetle durulan ve tartışılması gereken bir konudur. Bundan kaçınmamak gerekir, ancak konuyu derinliğine anlayabilmek için de bizim dışımızda neler söylendiğine, ne tür araştırmalar yapıldığına bakmak gerekir. Ikçılığın dünyadaki tarihsel gelişimini incelemek gerekir. Farklı düşünce ve yaklaşımlara açık olmamız gerekir.

Bu bağlamda Kuzey Kıbrıs’ta Afrika gazetesi logosu üzerindeki ‘maymun’ imajının yarattığı tartışmaya, ülkemizdeki ırkçı tavır ve yaklaşımları sorgulamak ve kendimizle yüzleşmek açısından olumlu gözle bakmak gerekir.

Bir kere sol görüşlü olmakla ‘ırkçılığa karşı olmak’ arasında kurduğumuz doğru orantı ne kadar gerçekçidir? ‘Solcu isek ırkçı olamayız’ önyargısı kafalarımıza işlemiş. Nice solcularımız var ırkçılık paçalarından akan! Irkçılığa karşı durmak ‘insan olabilmek’, ‘insan olmaya çaba harcamak’ ve ‘ırkçılıkla ilgili bizden farklı düşünenlere empati duymakla’ ilgili bir şeydir. Sağ görüşlü bir insanın ırkçılığa karşı olabileceği gibi, sol görüşlü bir insanın ırkçı olabildiği örnekler az değil. Elbette ki, sol görüşlü insanların ırkçılık konusunda daha duyarlı ve anlayışlı olmalarını beklemek en doğal hakkımızdır.

Bizim toplumumuzda da, kendine sol diyen herkese düşen görev, ırkçılığa karşı çıkarken, ‘ırkçılık yapma tuzağına’ düşmemektir. Hele aşağılayıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmak, kendisini solcu ya da aydın olarak kabul edenlere yakışmaz.

Peki, biz ne yapıyoruz? Geliniz bazı yaşanmış örneklere bakalım:

“Biz Kıbrıslı Türkler ırkçı değiliz. Afrika’dan gelip de bize ırkçılık dersi vermeye kalkışanın alnını karışlarım. Gitsin kendi memleketinde mücadele etsin”.

“Ben nasıl ırkçı olabilirim. Benim Afrikalı damadım var. Siyah torunlarım var. Karşımda siyah birini görsem inanın fark etmeyeceğim”.

“Uğraşmayın bu aptallarla. Boşuna zaman kaybı. Düzenle mücadele etmeyen uğursuz varlıklar bunlar”.

“Şekilcilik psikolojik bozukluk belirtisidir. Şekilcilik ve tek tipçilik hastaları tedaviye muhtaç”.

“Yürü be garacahil işine! Sizin yüzünüzden böyle olduk. Biz insanık. Benim dedem da zencidir. Ettiniz beni da zıvanadan çıktım”.

“Buraya okumaya mı, yoksa ortalığı karıştırmaya mı, maşa olmaya mı geldiniz? Benim vatanımda yaşıyorsan, ayak uyduracaksın. Beğenmiyorsan hade yalla”.

“Biz seni Reis’e yedirmedik. Afrika’dan gelen maymuna hiç yedirmeyiz”.

“Sorun Emmanuel efendidedir. O maymunu kendine benzetti”.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bazı kişilerin tepkisel davranmaları belki bir nebze anlaşılabilir. Kıbrıs Türk toplumu ilk kez böyle bir eleştiri ile karşılaşmış. Eleştirinin Afrika ve yazarı Şener Levent gibi ırkçılığa, sömürüye, işgale ve her türlü baskıya karşı çıkan birisi üzerinden yapılması aslında bir şans ve güzel bir fırsat olarak değerlendirilmeli.

Şener Levent’e destek veren birçok kişinin bunu bir fırsat olarak göremediğini ve konuyu maalesef yukarıda vurgulanan örneklerde olduğu gibi algıladığını ve birçok destekçinin de konuya belden aşağı ifadelerle, hatta ‘Emmanuel’ filmini gündeme getirerek yakıştırmalar yaptığını görmek oldukça üzücü ve düşündürücüdür.

Şener Levent’in konuya öyle bakmadığına, en azından logosunu ve gazetesinin adını değiştirme kararı vermekle konuyu anladığına ya da anlamak için çaba gösterdiğine inanmak istiyorum. Levent’in bu tartışmaya yönelik tavrı ve karşı taraf ile diyalog şekli bu konudaki tartışmaların seyrini belirleyecektir. Takip edip göreceğiz.

Sadece Şener Levent’in tavrı değil elbette önemli olan. Toplumumuzun ırkçılıkla ilgili kendisiyle yüzleşmesine katkıda bulunmak isteyen, kendini sorumlu hisseden her bireyin bu konuda söyleyecekleri olmalı diye düşünüyorum.

Bu arada, ırkçılık konusunda birilerinin ortaya koyduğu düşünceleri, yaptığı önerileri değerlendirmek, karşımızdakinin ne söylediğini anlamaya çalışmak da önemlidir. Olmayacak yakıştırmalar yaparak, konuyla aslında hiç de ilgisi olmayan örneklemelerle kendimizi haklı çıkarmaya, karşımızdakilerle alay etmeye çalışmak gerekmez. Hele bir de belden aşağıya vurmaya, kendi kafamızda yarattığımız ‘stereotip’ kişiliği karşımızdakine ‘yakıştırmaya’ çalışmakla kendimizi kurtarmaya çalışmaya hiç gerek yoktur.

Maymun logosu ırkçılığı çağrıştırır diyor muhataplarımız. Bence kulak verelim, dinleyelim, neden öyle algılandığına empatiyle bakalım, anlamaya çalışalım. “Hepimiz maymundan geldik zaten” diyerek konuyu ilgisi olmayan zeminlere taşımayalım. Maymun kelimesinin her zaman ırkçılık çağrıştırdığı yanılgısına kendimizi inandırarak bu zeminde yürümeye çalışmayalım. Hatta daha da ileri giderek her ‘kara’lı kelimenin ırkçı olabileceği üzerinde teoriler üretmeyelim.

Benim anlayabildiğim kadarıyla VOIS öğrenci birliği ve ileri gelenleri Şener Levent’in ya da Avrupa gazetesinin ırkçı olduğunu söylemedi, iddia etmedi. Sadece Avrupa gazetesinin logosunda yer alan maymun imajının ‘ırkçılık çağrıştırdığı’ ve bunun siyah toplumları rahatsız ettiği dile getirildi.

Her şeyden önce ortada bir sorun olduğunu kabul etmemiz gerekir. Sorunları çözmek, varlıklarını kabul etmekle başlar. Kıbrıs Türk toplumunda da ırkçılık konusunda bir sorun vardır ve bununla yüzleşmek gerekir.

Emmanuel arkadaşımıza saldırmak yerine, tam tersine bize bu konuyu tartışma fırsatı verdiği için teşekkür etmemiz gerekir. Eminim ki, bunun değeri zaman içerisinde daha iyi anlaşılacaktır.