Irkçılık, bir ırkın başka bir ırk üzerindeki “üstünlüğü” olarak tanımlanır. Kendimizi örneğin “Türk” olduğumuz için Rumlardan daha üstün görüyor, “beyaz” olduğumuz için siyah insanları küçümsüyorsak, o zaman “ırkçı” düşüncelerin etkisi altındayız demektir. 

Günümüz dünyasında ırkçılığın gittikçe arttığını üzülerek görmekteyiz. Daha doğrusu, birçok insanın bilinç altında “bastırılı kalan” ırkçı düşünceler, gelişen olumsuz dünya koşullarında “ortaya atılma cesaretini” buluyor. Dünyanın Amerika, İngiltere gibi “gelişmiş ve uygar” sayılan ülkeleri ve daha birçok ülke liderinin ırkçı söylemleri, sıradan birçok insanın bilinç altındaki ırkçı düşüncelerinin çok daha kolay zemin bulmasına yol açıyor.

Korona virüsünün dünyayı sarmasıyla birlikte IRKÇI görüş ve düşüncelerimiz tavan yaptı, doruk noktasına ulaştı. Korona virüsünün yayılmaya başladığı ilk günlerde, uzak doğulu her insanı gördüğümüzde onu virüsle eş tutmaya, hatta küçük bir çocuğu Çinlidir diye azarlamaya kadar işi çirkinleştirdik. Ülkelerimizde yaşayan yabancılara daha bir kötü gözle bakmaya, Korona hastalığı sanki onların suçuymuş gibi onları dışlamaya, ötekileştirmeye başladık.

Kıbrıs’ta Tatar hükümetinin açıkladığı Korona Virüsüne Karşı Önlemler Paketi’nde, ülkede yaşayan yabancı kökenli çalışanlardan hiç söz edilmemesi, onların tamamen dışlanmaları, yok sayılmaları; hatta Tatar’ın “onları temizlemek lazım” mealindeki sözleri, ne kadar ırkçı olduğumuzu göstermiyor mu? Bırakalım Tatar’ı, ya da toplumda bilinen ırkçı kesimleri; birçoğumuzun ülkede yaşayan Türkiyeli, Afrikalı, Suriyeli, Tatar, Azeri ve diğer etnik azınlık mensuplarına nasıl baktığımız biliniyor.

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Kıbrıs Cumhuriyeti ile temas kurarak, koronavirüsü salgınına karşı mücadele çerçevesinde işbirliği yapmasını bile ‘ırkçı’ yaklaşımlarla reddetmek isteyenler ortaya çıkabiliyor. Daha fazla işbirliğinin gerekli olduğu böylesi hassas bir dönemde dahi ‘düşmanlık’ edebiyatına sarılabiliyor.

Güney Kıbrıs’ta bir caminin duvarına ırkçılar tarafından yazılan ırkçı/ayırımcı yazıları ve camiye atılan molotof kokteyli protesto edecek diye ırkçılık yapma fırsatını yakalayanlarımız da, ırkçılık tuzağına düşenlerimiz de az değil.

İngiltere gibi ırkçılığa karşı oldukça hassas davranılan, yasaların ırkçılığı neredeyse yasakladığı bir ülkede bile, Boris Johnson’un Başbakan olması ile birlikte, ülkedeki ırkçılar büyük bir cesaretle harekete geçmiş, her alanda rahatsız edici boyutlara ulaşan eylemlerle boy göstermeye başlamışlardır. Donald Trump’ın ırkçı ve ötekileştirici söylem ve hatta eylemleri de ırkçı düşünce ve hareketlere cesaret veriyor.

Yaşadığımız İngiltere’de son birkaç yılda gelişen olaylar tedirgin edici boyutlara ulaşmıştır. Yolda, sokakta, toplu taşıtım araçlarında, futbol maçlarında yaşanan ırkçı eylemler aklı başında herkesi rahatsız etmiş, Profesyonel Futbolcular Birliği (PFA), Korona virüsü patlak vermeden önce yaptığı bir girişimle, futbol maçlarında yaşanan ırkçı eylemlerle ilgili hükümete kapsamlı bir soruşturma başlatma çağrısında bulunmuştur. Irkçılıkla mücadelede, her şeyden önce kendi içimizdeki ırkçılıkla yüz yüze gelmemiz gerektiğine vurgu yapılmıştır.

Kendi içimizdeki ırkçılıkla yüz yüze gelmek. Kendi kendimizi sorgulamak. Başkasını ırkçılıkla suçlamadan önce, kendimizin gerçekten ırkçı olmadığımıza emin olmak. 

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Kendi toplumumuza bakalım. Gerek Kıbrıs’ta, gerekse İngiltere’de ya da dünyanın başka ülkelerinde yaşayan Kıbrıslı Türklere bakalım. Irkçı olmadığımızı düşünürüz kendi kendimize, ama ırkçılık birçoğumuzun paçalarından akar. Hem de öyle su katılmamış ırkçıyız ki, dünyada inanın eşimize rastlanmaz.

Örnek verelim. Kaçımız “Rumlarla hayatta anlaşma olmaz. Rumlar bizi hiçbir zaman kendileri gibi eşit görmez” düşüncesini savunuruz ve bunu her fırsatta dile getiririz. İlk bakışta bunun oldukça masum, ırkçı bir yaklaşım olmadığını savunabilirsiniz. Ama bu bal gibi de ırkçılıktır. Bir toplumun tüm bireylerini, ayırımsız, olduğu gibi aynı kefeye koyan, genelleme yapan yaklaşımlar ırkçı değil de nedir?

Kıbrıslıların başka bir söylemi de, özellikle İngiltere’de yaşayanların Brexit sürecini desteklemesindeki gerekçelerden biri “Bulgarlar Romenler doldu bunun içine, mahvettiler memleketi” söylemi. Bunun ırkçılık olduğunu tartışmaya bile gerek yok.

Biz Kıbrıslıların içinde acaba ırkçı olmayan kaç kişi var? Gerçekçi ve derinliğine bir araştırma yapılsa, insanlara “ırkçılıktan” hiç söz etmeden belli başlı konularda görüşleri alınsa, bizzat ırkçı ya da ırkçılığın etkisi altında olmayanların sayısının ya da oranının oldukça düşük (negligible) olduğu konusunda iddialıyım.

Türkiyelileri sevmeyiz, onlara “Garasakal” deriz. Kürtleri hiç sevmeyiz, bütün “kötü” Türkiyelilerin Kürt olduğunu zannederiz. Siyahlara “Arap” deriz, onların bulunduğu yerlerden geçmek istemeyiz. Daha neler neler!

Hele “masum” görünen bazı iddialarımız var ki: “Biz çocuklarımızı barışçı yetiştiriyoruz amma Urumlara bak, hep Türk düşmanlığı yapıyorlar” ya da “Biz barış isterik gardaş amma Urumlar istemez”. Hele bir de “Ma nerde galın gardaş? Tottenham’da? Arap hem Kürt doludur be onun içi. Ne gaşman?”

Eğri oturup doğru konuşalım. Yukarıda belirtilenlerden herhangi birini sohbetlerimizde kullanıyorsak, bilinç altımızda bu tür düşünceler filiz atmışsa, biz ırkçıyız. Irkçı olduğumuz için de, küçük gördüğümüz “diğerlerinin” ırkçı yaklaşım ve söylemlerine yanıt vereceğiz diye, bir torba inciri berbat ederiz. Irkçı karakterimizi iyice ele verir, ayırımcılığın, ötekileştirmenin serpilip gelişmesine katkıda bulunuruz.

Belki bazılarımız bunu düşünmeden, bilinçsizce yapıyor ama, kimi çevreler bunu bilerek ve isteyerek tetikliyor; ırkçılığın, düşmanlıkların yükselmesine katkı koyuyor, halklar arasındaki şövenist duyguların kökleşmesi ve nesiller boyu sürmesi için fırsat kolluyor.

Hepimiz ırkçılığın şu ya da bu şekilde etkisi altında büyüdük. Savaş koşullarında, okulda aldığımız eğitimden, ailemizden, büyüklerimizden duyduklarımızla etkilenip ırkçı düşüncelere sahip olduk. Maalesef bu koşullar büyük oranda halen devam etmektedir. Bunu kabullenmek gerekir.

Ancak bundan kurtulmanın, dünyada yaşayan tüm insanlara “eşit” birer “insan” olarak bakabilmenin mümkün olduğunu da yaşayarak öğrenebiliriz. Kendimizi geliştirerek ırkçı düşüncelerden kurtulabilir, gerçek bir enternasyonalist olabiliriz. Bizim toplumumuzda olduğu gibi, tüm toplumlarda ırkçı düşüncelere sahip olan insanların varlığı kaçınılmazdır. Bu, ilgili toplumun bütünüyle ırkçı olduğu sonucunu doğurmaz.

Okuyarak, öğrenerek, insanlarla konuşarak, dünyanın kültürel ve ırksal zenginliklerini kutlayarak herkesi kucaklayabiliriz. Farklı olmamız bizim zenginliğimizdir. Herkesi olduğu gibi kabul etmek, onları kucaklamakla kendimizi de daha iyi anlatma ve kabul ettirme fırsatını yakalarız.

Ne demiş şair?
Dünyayı güzellik kurtaracak. 
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey.