Ülke yönetimindeki liyakatsizlik, düzensizlik, sevgisizlik yorgun, kalbi kırgın halkın hayatını çalıyor! Emek hırsızlıkları, duygu hırsızlıkları, zaman hırsızlıkları insanı yoksullaştırıyor. İnsanı önce insana, sonra doğup büyüdüğü ülkesine yabancılaştırıyor.

Bugünlerde toplum olarak tam bir altüst olmuşluğu yaşıyoruz. Hiçbir şey yerine oturmamış; sudan çıkmış balık misali nereye gideceğimizi, nerede duracağımızı bilemiyoruz. Öfkelenenler, adaletsizliğe, huzursuzluğa idealleri doğrultusunda başkaldırmak isteyenler… İnancını, direnme gücünü yitirenler, aklın ve yüreğin hapishanelerinde bu düşüşü kabullenenler… Çalıntı zamanlarda yaşamanın endişesi ve umutsuzluğu var her iki tarafta da…

Kim bu karmaşanın sorumlusu?

Seçilenler mi seçenler mi? Konuşanlar mı susanlar mı?

Aramızda boy gösterenler mi üzerimize gölgelerini düşürenler mi?

Hepsi, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya hepsi…

Geleceğini bu topraklarda gören, kendini bu toplumun bir parçası olarak hisseden, bu ülkede söz sahibi olan, hukuksuzluğun normalleşmesini ve kimliksizleşmeyi reddeden tüm insanlar bir araya gelmeliler, faklılarıyla bütünleşmeliler! Bir umut çığlığıdır bu…

Aynadaki görüntümüze korkmadan bakıp, kendimizi tüm yalınlığımızla görelim.

Rant elde etme amacıyla uygulanan yozlaşmış seçim politikalarının rüzgârına kapılıp kişisel çıkarlarımızın seçimlerimize yön vermesinden vazgeçmeliyiz. Odak noktamız “ben ve çevrem” olmaktan çıkmalı, toplum ve ülkenin yararı olmalıdır. İç dünyamızda duygusal yaklaşımla değil; bilgiye ve donanıma dayalı sorgulama ile seçimlerimizi yapmalıyız. Kalıplara sığınan, değişime, dönüşüme, dinamizme karşıt bir düşünce tarzıyla, sadece kırıldığında ve üzüldüğünde yüksek sesle tutumlarını savunan bir zihniyetle devam edersek birçoğumuzu köşeye sıkıştıran mevcut, antidemokratik, sağlıksız sistem toprağa daha da güçlenerek kök salacak. “Böl ve yönet” mantığıyla hareket edenlere sadece tek gecelik eylemlerle değil, sürdürülebilir, şeffaf, çoğulcu bir mücadele ile karşı çıkmalıyız. Verdiğimiz oyun, emanet ettiğimiz iradenin takipçisi olmalıyız.

Ruhumuzda daha fazla yara açılmadan zincirlerimizi kırmalıyız, hep birlikte çıkmalıyız hapishanelerimizden: Aklın hapishanelerinden, yüreğin hapishanelerinden, umudun hapishanelerinden, inancın hapishanelerinden, geleceğin hapishanelerinden…

“Yaşamak bir duvar resmi yapmaktır.
O duvar, insanlığın duvarıdır.
İlk insan ilk taşı koydu, duvar sürüp gidiyor.
Sen önündeki boşluğa hangi taşları koyacaksın?
Ördüğün duvara neyin resmini çizeceksin?
Karar senindir. Seçim kendi seçimindir.
Yazgı dediğini sen çiziyorsun.
Kimden yanasın, sen seçiyorsun.
Emekten, insandan, hayattan yana mısın?
Çıkardan, korkudan, ölümden yana mısın?
Sen seçiyorsun. Sen.
Çizgi senin, renk senin, yön senin.
Düşünmen gerekiyor.
Yalnız kendini değil, bütün insanlığı,
Yalnız bugünü değil, bütün zamanları,
Yalnız bildiğini değil, bütün bilinenleri.
Seçim senin. Karar senin.
Sen ki insansın,
Sözüm sanadır.”[1]