Beşparmak Düşünce Grubu, tüm vatandaşları sandığa gitmeye ve iki devletli çözüme destek vermeye davet etti.
Konuyla ilgili Beşparmak Düşünce Grubu’ndan yapılan yazılı açıklamada, seçimlerinde ikinci tura katılan iki adaya başarılar dilendi, sürecin uygar bir ortamda, halkı bölücü ve ayrıştırıcı söylem ve davranışlardan kaçınılarak, yüksek katılımla yürümesinin önemine işaret edildi. 
“Beşparmak Düşünce Grubu, 1968'den beri aralıklarla devam eden ve 2017 yılında İsviçre'nin Crans-Montana kasabasında yer alan toplantılar sonunda çöken federal çerçevedeki görüşmelerin, Kıbrıs sorununa adamız/bölgemizin gerçekleri ile tarafların meşru hak ve çıkarlarına dayalı sürdürülebilir bir çözüm bulmaktan uzak olduğunu, bunun somut tecrübeyle de kanıtlandığını uzunca bir süredir ifade etmektedir” denilen açıklamada şunlar kaydedildi:
“Beşparmak Düşünce Grubu, adayı paylaşan iki taraf arasında çatışma değil kurumsal işbirliği ilişkisi kurulmasının kesin olarak gerektiğine inanmakta, ancak Rum tarafının Helenizm tutkusu, nüfusla ekonomik güç üstünlüğü ve uluslararası tanınmışlık avantajlarını kullanarak Kıbrıs Türk tarafı üzerinde hakimiyet kurma arayışlarını bertaraf etmek için bu ilişkinin iki Devlet zemininde kurulmasını desteklemektedir. Rum tarafı ise iki Devlet zemininde kurumsal bir ilişkinin üstünlük arayışlarını engelleyeceği için bu alternatif işbirliği modelini reddetmektedir. Bunun yanı sıra Kıbrıs Türkü’nün etkinliğini kanıtlamış son sığınağı olan 1960 garanti sistemini de ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında garanti sistemi Kıbrıs Türkü’nün çok büyük bir çoğunluğu tarafından desteklenmektedir. Beşparmak Grubu olarak yaşamsal önemde gördüğümüz garanti sistemi Kıbrıs Türk halkının ezici çoğunluğu için de olmazsa olmazdır.
Diğer yandan, birçok federalizm uzmanı, Kıbrıs adasında federasyon oluşturmak için gerekli şartların bulunmadığını ifade etmektedir. Bunun için yaşamsal ölçüde karşılıklı ihtiyaç ve bağımlılık, güçlü ortak çıkarlar, karşılıklı güven ve saygı, ortak karar alma/paylaşım kültürü ve en önemlisi, özellikle ikili federal ortaklıklarda, güç dengesinin sağlanması gerekmektedir. İkili veya çok uluslu/toplumlu federal ortaklıklar, kararların mutabakatla alınmasını gerektirdiği için zor bir yönetim modelidir ve zaruret derecesinde ortak çıkarlar mevcut olmadığı takdirde (ki Kıbrıs’ta bu bulunmamaktadır) sürdürülebilir olamaz.
Kaldı ki, Crans Montana’ya kadar giden süreçte ortaya çıkan tablodan nüfus oranının sabitlenmeye çalışıldığı; Karpaz dahil Rum tarafının isteği doğrultusunda özel bölgeler yaratılacağı; mülkiyet sorununun çözümünün belirsizlik ve sürüncemede bırakılarak,   Kıbrıs Türk ekonomisinin süratle ayağa kalkmasını imkansızlaştıracak bireysel hukuki süreçlere bağlanacağı; kararların iki tarafın mutabakatıyla değil Rum tarafına üstünlük sağlayan koşullarda alınmasına imkan tanınacağı; verilen harita ve yaratılan beklentiler sonucu kapalı Maraş ile Güzelyurt’un ciddi bölümlerinin Rum tarafına bırakılacağı; daha da önemlisi, sözde yeni ortaklığın kuruluşunun Kıbrıs Türk oluşturucu devleti/eyaletinin  1963’ten beri Rum işgali altındaki sözde Kıbrıs Cumhuriyeti'ne katılması şeklinde gerçekleşeceği; bunlar da yetmezmiş gibi seçimlerde Kıbrıs Türk halkının iradesinin çapraz oy kurnazlığıyla ipotek altına alınacağı ve bizi Helen cumhuriyeti içinde bir azınlık olarak eritilmekten son anda kurtaran 1960 garanti sisteminin ortadan kaldırılacağı görülmektedir. 
Rum tarafı ve Yunanistan, Kıbrıs Türk tarafı için ölümcül olan yukarıdaki tabloyu ortaya çıkarabilmek için yıllardır uğraşmaktadır ve bu tabloyu başta AB olmak üzere geniş bir uluslararası çevreye benimsetmişlerdir. Kısacası, halen karşımızda sadece Rum tarafı değil, büyük ve güçlü bir ittifak bulunmaktadır ve bu ittifaka karşı mücadelede tek dayanağımız Anavatanımız ve Garantörümüz Türkiye’dir. Kıbrıs’ta yaşananların Rum/Yunan ikilisinin Doğu Akdeniz ve Ege’de sürdürdüğü yayılmacı politikanın bir parçası olduğu ortadadır. KKTC ve anavatanımız Türkiye’nin bu tehdide karşı ortak mücadelesi esastır. Ortak milli mücadelemizde Türkiye'nin Kıbrıs Türk halkına güvenlik, ekonomi, toplumsal ve tüm diğer konularda bugüne kadar verdiği ve vermeye devam ettiği destek için müteşekkir olduğumuzu bu vesileyle ifade etmek isteriz.
Özetle, Rum liderlerden Glafkos Klerides'in de hatıralarında belirttiği gibi, Rum tarafı Kıbrıs Türk halkını en hafif tabiriyle bir imtiyazlı azınlık olarak görmektedir. Günümüzde bu zihniyetin değişmediği ise, ortak sahibi bulunduğumuz Ada etrafındaki hidrokarbon kaynakları konusunda Rum tarafının sürdürdüğü tek yanlı tutum ve faaliyetlerinden görülmektedir”
“FEDERASYON STATÜKONUN BİR DİĞER ADI HALİNE GELDİ---”
Beşparmak Grubu’nun varılan noktada federasyon modelini geçen zaman ve değişen koşullar içerisinde “statükonun bir diğer adı, Kıbrıs sorunu terminolojisinin bir dogması haline geldiği” yönünde bir değerlendirmesi olduğu dile getirilen açıklama şöyle sürdü: 
“Dahası, bu slogan, Kıbrıs Rum tarafının hakimiyetçi ve uzlaşmaz tutumu çerçevesinde Kıbrıs Türk tarafını masada tutarak statükoyu sürdürmesinin bir aracı haline dönüştürülmüştür. Bunun nedeni, Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreterlerinden Kofi Annan'ın 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda da belirttiği gibi, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle eşit koşullarda/statüde yetki ve refah paylaşmak istememesidir. Bu değişmemiştir ve değişecek gibi de görünmemektedir.
İkinci tura kalan adaylardan birinin, Crans-Montana'daki çöküşten sonra,  federal bir çözüme ulaşılması için Kıbrıs Rum tarafında bir zihniyet değişikliği gerektiği şeklinde bir açıklama yaptığı hatırlanacaktır. Rum tarafında böyle bir zihniyet değişikliği olmadığı ise ortadadır. Böyle bir değişiklik olsaydı, karşı taraf son günlerde dahi sınırlarımızda saldırgan eylem ve provokasyonlara, ırkçı söylem ve davranışlara yönelir miydi? Bu pandemi döneminde  halkımıza karşı her alanda kısıtlamalar uygulamaya devam eder miydi? Hidrokarbonlar konusunda olsun, güven yaratmaya yönelik önlemler konusunda olsun işbirliği yapmayı reddeder miydi?
İki Devletli veya alternatif çözüm modellerinin mümkün olmadığı iddiası, kendi irademizin dokunulmazlığından söz edenlerin esasında irademizin temelini teşkil eden tescil edilmiş kendi geleceğimizi tayin hakkımızın değerini kavrayamamış olduklarını göstermektedir. Diğer yandan soğuk savaşın hüküm sürdüğü eski dünya düzeni geride kalmıştır. Federasyonların dağıldığı, tarih sahnesine birçok yeni bağımsız Devletin çıktığı, BM'deki üye sayısının 193'e yükseldiği bir dünyada yaşıyoruz. Zaman, bağımsızlık ve egemenliğimizin ifadesi olan Devletimize sahip çıkma zamanıdır. Bunu anavatanımız Türkiye’nin desteği ile başarmak irade meselesidir ve bu tarihi dönüm noktasında, irademiz iki Devlet yönünde tecelli ettiği takdirde bunun önüne ne Birleşmiş Milletler ne de kimse geçemez. Tüm vatandaşlarımızı sandığa gitmek suretiyle yurttaşlık görevlerini yerine getirmeye çağırır, iki Devletli çözüme destek vermeye davet ederiz”