Hasan KARLITAŞ

Bugün sizleri çocukluğunuza götürmek istiyorum…

Nerede bizim çocukluğumuzdaki o eski çocuk oyunları, dedirtecek günlere…

 

Zaman denilen şu mevhum, ne kadar da çabuk ilerliyor…

Ne mutlu bize ki,  kıyısından köşesinden olsa dahi,  nostalji tadındaki o saf sevinçlerin egemen olduğu çocukluk günlerini gördük…

Şimdi  milat kadar uzak görünse de, ne kadar güzel günlerdi…

Bizden önceki nesil, tüm yoksulluk ve yoksunluklarına rağmen, en büyük insani zenginliği görüp yaşadılar… Peki bizden sonrası ?

Şimdi teknoloji çağı…

Samimi ve içten duygular, yerini makine ile kurulan iletişim bağına, çoktan bırakmış durumda…

Bilgisayar, internet, facebook, twitter , iphone, ipad, zamanımızın çok önemli bir bölümünü alıyor…Play Station dönemi…

 

 

Eskiden yeniye, ne büyük bir dönüşüm…

Sanal bir iletişimin, istesek de istemesek de tuzağına düşüyoruz…

Devir böyle…

Halbuki, Kıbrıs Çocuk Oyunları,  Kıbrıs kültürünü ve çocuk hayal gücünü yansıtan, masumca bir güzellikti. Adeta, geçmişimizin ve çocukluğumuzun aynası olan o güzelim günleri özlememek mümkün mü ?  Paylaşmayı, dayanışmayı ve nihayetinde mutluluğu getiren, o eski oyunların verdiği ruhsal gelişimi, şimdi bize hangi bilgisayar verebilir ki ?

Geçmişin getirdiği bu kültür, yaşamın içinden,sosyal etkileşimden, üretimden ve adalılıktan doğdu… Yani, bizi biz yapan değerlerden… Dolayısıyla, her çocuk oyunun bir hikayesi var. Aynen her insanın bir hikayesinin olduğu gibi…

Doğa ile iç içe, hayvancılıkla, çiftçilikçe, tarımla, toprakla, üretimle, kümes hayvanları ile uğraşıp, bundan etkilenip, kendi oyununu yaratan, Kıbrıs çocuğu, o yıllarda kendi oyuncağını da kendi yapıyordu. Çocuk gözü ve heyecanı ile etrafta gözlemlenen birçok detay bu oyunlarda yerini almıştır… Şöyle ki :

Kıbrıs’taki zeytin yağı ve bal üretimi, ‘yağ satarım,bal satarım ustam öldü ben satarım’ı…’, birçok evde hatta Lefkoşa’da bile tavşan beslenmesi  ‘Tavşan Hendekte yatıyor…’u, Adalı ve Akdenizlilğin yaratmış olduğu etki ‘Fış fış Kayıkçı, kayıkçının küreği…’ni , Narenciye ülkesi olmamız ‘Portakalı soydum başucuma koydum’u…’, Alevi  etkisi ‘Tahta tahta ben var’ı, Osmanlı saray geleneği ‘alaydan malaydan,mektup saraydan’ı…’,  süt tüketiminin hayatımızda önemli bir yeri olduğunu anlatan, ‘süt bişdi mi ?’yi, ticaret yaşamının öneminden olsa gerek ‘Bezirgan başı bezirgan başı aç kapuyu oyununu,  çevredeki hayvanlardan etkileşim, ‘Eşeciği suvarın,sıcak mıydı,soğuk muydu ?’yu, ‘Deveye binding,halebe gidding ? Orda bir guş var onu gördün? gorkdun yoksa gorkmadın’ı..., Kalk öküze yem ver’i, pire ısırdı çık yukarı’yı, ve Kıbrıslıların adalı ve samimi yaklaşımlarını anlatan ‘gomşuculuk’ oyunlarını yarattı. ‘Gavrın gavrın gavrıncık… ’ sözleri ile büyüyütülen kaç çocuk kaldı…

 

 Tüm bu oyunlara yansıyan duygular ne kadar da tanıdık ve içten…

Bunların haricinde, maddi yük getirmeyen ve ekseriyetle doğal malzemeler kullanılarak oynanan oyunlar da bulunmaktaydı. Kamıştan yapılan uçurtmalar, çeşitli boylarda değneklerin kesilmesi ile oynanan Lingiri, gazoz ağzından çıkan bilyeler,hatta bazen servi kozalakları ile oynan pirilli ilk akla gelenler. Ayak daşı, Üç daş, beş daş, aşıg kemik oyunu, ip atlama, tahdaravalli, uzun eşşek, yakan top, körebe ve yaz gecelerinin vazgeçilmezi olan, kızlı erkekli karışık oynanan, dutmaca ve saklambaç gibi oyunları da unutmamak, unutturmamak gerek…

Çocukluk oyunları, annelerimizin, ‘Artık yeter eve gelin’ diyerek,  bizi defalarca çağırmasına rağmen, sona erdirmek istemediğimiz bir güzellikti…

Bu renkli  mozaiğin her geçen gün teknolojiye yenilip, elimizden kayıp, yok oluşunu gördükçe bundan etkilenmemek mümkün değil… Kıbrıs çocuk oyunlarını unutmayalım, unutturmayalım…