Öyle güzel bir ülke ki bu Kıbrıs... Hele bu yazıyı yazarkenki güzelliği anlatmak için, “köşe yazarı” olmak yetmiyor... Şair olmak lazım...

   Yağmurun sesini; toprağın kokusunu...

   Çamurun bile çekiciliğini... Olur mu? Çamur çekici olur mu Allah aşkına söyleyin!

   Bu Kıbrıs’ın, çamuru bile güzel...

   Kapkara bir gökyüzü var... Pek alışık değiliz... Çünkü buralarda güneşsiz olmuyor... Ama o kapkara gökyüzünden yağan bereket, bir kaç gün sonra mutlaka pırıl pırıl olacak gökyüzü ve dağda kırmızı mantar heyecanı...

   Kıbrıs’ta ava gittiniz mi?

   Canım, avcı olmanıza gerek yok... Mutlaka gidin... Ama bir avcı grubuyla... Bu ülkenin en neşeli aktivitesidir av... İnanın, dünyanın en güzel buluşmasıdır...

   Denizini anlatmak istemiyorum...

   Havasını da...

   Bu ülkeyi hiç bölmedim ben... Severken bölmüyorum da... Her yanı bir cennettir... Hani Türkiye içindir o şarkı ama çalmış olayım; Bir başkadır benim memleketim....

   Bu; işin “doğa” tarafı...

   Bir de gelelim gerçeklere...

   Ne yazık ki Tanrı’nın dünyaya bir lütfu olan bu güzel ülkenin “Türk” tarafını veya Türkçe konuşan toplumunu yönetenler, insanları mutlu etmeyi başaramıyor...

   Benim için 1958 Milat’tır... 1958 yılında Türk toplumu kendi kendini yönetmek için bir devrim gerçekleştirdi... Aşırı milliyetçi temeldeki bu devrim; aslında başarısızlığın ve mutsuzluğun da temeli oldu...

   İnsanların değil, milliyetçi ideolojinin mutluluğu veya başarısı için hedef çizen bu devrim; kendi içinde yozlaşmış veya doğru düzgün olmayan yönetici sınıfını da yaratınca; balık baştan koktu; et çürüdü, hatta tuz bile koktu!

   Toplumlararası çatışmaların olduğu günlerde de; 1974 sonrası “kurtarıldığımız” dönemde de; günümüzde de; toplum için değil, daha çok kişisel çıkarlar için çalışıldı... Milliyetçi ideoloji de buna kılıf oldu...

   1958’deki devrim ya da örgütlenme, paylaşımcı sosyalist temelde olmuş olsaydı; durum farklı mı olacaktı? Bunu söylemek, buna yanıt vermek o kadar kolay değil ama benim fikrim, “evet olacaktı” yanıtını vermemi emrediyor...

   Asla hesap vermeyen...

   Şeffaf olmayan...

   Her türlü rüşvetin nehir gibi aktığı...

   Vergi adaletinin sıfır olduğu...

   Adam kayırmacılığın, partizanlığın zirve yaptığı bir ülkede yaşıyoruz...

   Liyakat ilkesi yerlerde sürünüyor...

   Modern dünyanın önemli değerleri olan, İngiltere’deki okurların çok iyi bildiği “equal opportunities” gibi bir takım değerler, bu ülkede havassu garayanni!

   Vatandaşlık, gollifa sistemi...

   İstihdam; çalışanların hakları, özellikle özel sektör... Sürün babam sürün...

   KKTC’de engelli olmak mı dediniz? Allah düşürmesin...

   Kısacası sevgili dostlarım; şair olmak lazım güzellikleri anlatabilmek için... ama çirkinlikler hep yanı başınızda...

   Peki sorumlusu kim?

   İşte bunu çok tartışmak lazım...

   Kendi iradesini teslim eden bir toplum var Kuzey Kıbrıs’ta...

   İrade, Türkiye’ye teslim...

   Tarım bitti...

   Sanayi tükendi...

   Bunları kalkındırmak için de gözle görülü bir şey yapılmıyor...

   Türk Lirası ile ödenen vatandaş; her türlü taksidini – borcunu – ödemesini – okul harcını dövizle yapıyor...

   Döviz, son günlerde tırmanıyor... Ama maliye ve para politikası olmayan KKTC yönetimi, sadece izliyor...

   İnsanlar, haliyle her geçen gün daha da yoksullaşıyor... Sosyal patlama riski yükseliyor... Borcunu ödeyemeyecek duruma düşen insan sayısı an be an artıyor...

   Çevre rezalet... Her yan çöplerle dolu... Memleketin örneğin kanalizasyon kapasitesi, nüfusuna göre değil... Ülkeye plansız yağan nüfusu kimse umursamıyor... Sağlık ve devlet eğitimi haliyle plansız artan nüfusa hiç yetmiyor ve her geçen gün geriliyor... Geriye gidiyor...

   Balık bile kalmadı sahillerde...

   Sokaktaki suç oranları çok ciddi artışta...

   Uyuşturucu, kumar, seks endüstrisi dikkat çekici ağırlıkta...

   Anayasal veya siyasal sistemi düzeltmek için, daha çalışır hale sokmak için irade sergileyen de yok...

   Öğretmenler bence en önemli sorun... Çünkü, mevcut sistem onları “muhalif” yaptı ve yeterince hizmet içi eğitilip, yeterince çalıştıklarını söylersek, doğru söylemiş olmayız...

   Toplu taşımacılık bitti...

   İşsizlik aldı başını gidiyor...

   Hayvancılık ve tarımdan bahseden zaten kalmadı...

   Dağlar, taş ocaklarının keyfi tarlası halinde...

   Uluslararası hiç bir temas yok...

   Çeşmelerden akan su artık hiç içilmiyor...

   Elektrik, benzin pahalılaştıkça; insanlar bir o kadar daha gerginleşiyor...

   Mutlu aile sayısı azalıyor...

   Bayramlaşma bile artık cep telefonu mesajında...

   Eğitimden bahsetmiştim değil mi? Yerlerde sürünme pozisyonu...

   Daha ne diyeyim?

   Durum iyi değil...

   Peki, ne  yapmak lazım?

   Benim iki önerim var: Ya Kıbrıs sorununu, dünyanın da kabul edeceği bir şekilde çözmek lazım... Ya da, Türkiye gönderecek bir desteban; bu iş bitecek... Kimse de itiraz etmez... Yeter ki devlet çalışanının ve emeklisinin maaşı ödensin...

   Şaka bir yana; mutlaka bir çözüm lazım... Hem Kıbrıs sorununa hem de Kıbrıs Türk toplumunun kilitlenmiş ve çok kirletilmiş iç yönetimine...